Serra bu sefer beni haşlamıştı.
Canımın acısıyla ağzımdan aldığım nefes, bir ıslık sesi gibi kulağıma gelirken, sessiz olmaya çalışarak homurdandım: "Siktir!"
Saniyeler içinde, Serra'nın yaptığı şeyi fark etmesini ve elindeki bardağı masaya bırakışını ağır çekimde izlemeye başladım. Sanırım canım o kadar acıyordu ki, onların bir saniyesi ile benim bir saniyem arasında büyük bir fark oluşmuştu.
"Çok özür dilerim" diyen Serra'nın ellerini izliyor olsam da yaptığı şeyi kavrayamıyordum. Elleri gömleğimin düğmeleri üzerinde çalışırken, bir yanda da üzgün olduğunu söylemeye devam ediyordu. Gömleğimin düğmelerini açan kız, gömleğimi pantolonumun içinden çıkarıp işine devam etti. Sonra da aynı hızla, omuzlarımdan indirdi.
"Oha" dedi, gözleri en sonunda vücudumun üst bölümünü bulduğunda. Gömleğimi omuzlarımdan geri çıkarıp beni saklamak ister gibi, önüme set oldu. Muhtemelen yine iffetimi koruyordu. Onunla uğraşmak yerine, gömleğimin kollarını çözerek, gömleğimi tamamen üzerimden çıkardım ve elime aldım.
"Ne yapıyorsun Serra? Bir toplantı salonu adamın önündeyim, ne yapıyorsun?" diye söyledim, göğsümdeki kırmızı lekeye bakmaya çalışırken. Emin olamasam da iz kalacak gibi duruyordu, hele de tedavisini yapmayacağımı göz önüne alınca. Gömleği masaya attıktan sonra, hala kimsenin aklına gelmediği için, ilerleyip ışıkları açtım.
"Hastaneye gidelim, kötü görünüyor" diyen Efekan'a başımı kaldırıp alayla gülümsedim. Kendisi inanıyor muydu acaba şu söylediğine?
"Gerek yok hiç. Geçenlerde benim de başıma benzer bir kaza geldi, ilaç var bende. Bana gideriz, tedavisini yaparım ben" diye neredeyse bağırdı Serra. İki gün arayla birilerini yakmasa her şey daha iyi olurdu gerçi.
"Olur mu canım öyle şey. Seninki farklı, onunki farklı" dedi Buse. Gerçi değildi, ikimiz de kahveyle haşlanmıştık.
"Ben Serra'nın söylediğini mantıklı buldum. Halleder bence" dedim ve elime gömleğimi de alarak salondan koşar adımlarla dışarıya çıktım. Serra'nın da benzer bir koşturmayla peşimden geldiğini düşünerek asansöre ilerledim. Nefes nefese yetişti.
"Bari ceketinizi giyin. Üşürsünüz falan" dedi. Sinirle gözlerimi devirip sabır diledim. Başımı göğsüme çevirip sakince baktım. Resmen bebek poposundan iki ton pembeydi. Pişik olmuş bir bebek poposuydum. Hem de kocaman!
Elimi, kırmızılığın ortalarına değdirdim ama gerçekten acıyordu. Sızlamak gibi değildi.
"Sikeyim ya"
"Özür dilerim, gerçekten çok üzgünüm" dedi.
"Sakarsan, sıcak şeyler taşıma, etrafımda da dolanma!" dedim ve giriş kata gelmiş asansörden inip, giriş kapısının yanındaki otoparka park ettiğim arabanın yanına ilerledim. Arabayı açmam gerektiğini fark ettiğimde, anahtarı ceketin cebinde bıraktığım aklıma geldi.
Arkamı döndüğümde, Serra ortalıkta gözükmüyordu.
Ya yine kriz geçiriyorsa?
Kriz geçirme ihtimali ancak aklıma gelebilmişti. Kız, ayarlarımla öyle bir oynuyordu ki, yine kendinden başka bir şey düşünemeyen o salak lise çocuğuna geri dönüyordum.
Sinirle çıktığım kapıdan, daha az sinirli bir şekilde geri girmiştim. Serra, asansörden, giriş kapısına kadar olan alanın ancak ortasına gelebilmişti. Sarsak adımlar atsa da ağladığına dair bir belirti yoktu. Sakinleşmem gerekiyordu ama göğsüm böyle yanarken sakinleşmem hiç kolay olmayacak gibi duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Artık Hikaye: "Her Şey Hala Biraz Sen"
RomanceHikayesinin çoktan yazılıp bittiği konusunda emin olan Çağlayan, hayatını ruhsuz bir adam olarak yaşayıp bitirmek konusunda kesin kararlara sahiptir. Belki otuzlu yaşlarının başındadır fakat içindeki adam çoktan altmış yaşını geçmiştir. Her Şey Çok...