dört

494 67 105
                                    

Birine veda etmek, herkes için zordur. Veda edememek ise daha zor.

Yıllardır, tekrar ve tekrar veda etmeye çalıştığım ama asla bu konuda başarılı olamadığım biri vardı. Ne kadar kaçsam da zincirle bağlanmışız gibi ona çekilmeye ve kendimi burada bulmaya devam ediyordum.

Mezarının başında...

Hayatın ilginç bir espri anlayışı olmalı ki beni tekmelemekten zevk alıyordu. Bense yıllar önce düştüğüm yerden kalkamamıştım, ellerimle başımı korumak ve bir sonraki darbeyi beklemekten öte gidememiştim. Hayatsa, attığı ilk tekmeden yeterince yorulmuş olmalı ki, benim işkence çekerek beklemeden zevk alırcasına, uzun bir dinlenme molası vermişti. Ancak, görünen o ki, yeterince dinlenmiş ve eskisinden de güçlü geri dönmüştü.

Serra'yı hastaneye götürmek benim fikrim olsa da, neden onu içeriye götürmüş olduğumdan emin değildim. Hastanelerden hala nefret ediyordum ve aradan bu kadar zaman geçmiş olması, bu konuda bana hiç bir şey katmamıştı. Onunlayken bir şekilde bunu fark edememiş olsam da yanımdan ayrılıp gittiğinde, orada kalamayacak kadar kötü olmuştum. Yaklaşık on beş yıldır, sayıyı yuvarlamayı tercih ettiğimde elbette, hiçbir koşulda hastaneye gitmemiştim. Neyse ki buna zorunlu tutulduğum herhangi bir an da olmamıştı.

Serra'dan önce... Sakar!

Saat çoktan dokuzu geçmiş olsa da buradan ayrılıp gidecek gücü kendimde bulamadığım için, mezarının duvarında oturmaya devam ediyordum. Bir süre önce çiçek getirmeyi bırakmıştım. Ailesinin her gün geldiğini bildiğimden de hiç sulamamıştım. Sevde teyzenin benim buraya gelmemden pek de hoşnut olmadığını biliyordum, o yüzden de mümkün olduğunca az iz bırakıyordum arkamda. 

Derin bir nefes alıp gökyüzüne baktım. Gün ağarırken de burada olduğum için üzerimde ince bir ceket vardı. Havaların günden güne iyi giden hali, uzun zamandır benim için bir şey ifade etmediği için, bu mevsim geçişini de geç fark etmiştim. Mevsimlerle işim yoktu.

Telefonumun sesini fark ettiğimde, nerede olduğunu el yordamıyla aradım. Pantolonumun ön cebinde olduğunu bulduğumda da kimin aradığına baktım.

Efekan arıyordu.

Telefonu açmadan önce, saatin tam olarak kaç olduğuna baktım. Saat on biri geçiyordu. Biraz daha burada oturursam beni mezar soyucu olarak ihbar edeceklerdi. O olmazsa da Sevde teyze gelecekti ve saatlerce Gülayşe'nin yasını tutmamı bitirmemi söyleyecekti. Kadın da bir yerde haklı olduğu için, ben de boynumu eğip dediklerini dinleyecektim fakat bunun benim üzerimde herhangi bir etkisi olmayacaktı. Bu ilk dinleyişim değildi, son da olmazdı. Eğer bırakabiliyor olsaydım, çoktan bırakırdım zaten. Onlar da bunu anlamıyordu.

Telefonum sustuktan kısa bir süre sonra, tekrardan çalmaya başladığında, kaçış olmadığını fark ederek telefonumu açtım.

"Uyuya kalmışım. Yoldayım, geliyorum" dedim hızla. Bir süre boyunca cevap vermeden beni bekledi.

"Çağlayan" dedi inler gibi. Yokluğumdan korktuğunda değildi, tahmin edersiniz ki bu ilk ortadan kayboluşum değildi. Benim nerede olduğuma adı gibi emin olduğundandı bu inleyiş. Benim vaz geçmemi beklese de benim aynı şekilde devam etmemden dolayıydı. Eminim ki akıl sağlığımdan da korkuyordu, böyle anlarda.

"Yoldayım, Efekan. Akşam size uğrarım, söz veriyorum" dedim, yine sessizlikle beni dinledi fakat bir şey söylemedi. "Görüşürüz akşam" dedim ve daha fazla bir şey demeden telefonu kapattım. Onun da benim de daha fazla diyecek bir şeyimiz olmadığını da çok iyi biliyordum. Otuz yaşında koca bir adam olmak yerine, yaşamak zorunda kalmış bir kuru ağaç kabuğu gibi hissediyordum kendimi.

Artık Hikaye: "Her Şey Hala Biraz Sen"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin