26. Bölüm: "Sesi Gülen Adam."

27 13 4
                                    

Aral Arsal'ın günlüğünden.

09.09.2016, Cuma.

"Kurumuş, kızıl yaprakların prensi. Yüzündeki hüznü yağmur olan bir adam. Bir parça aşka âşık olmak... Bir düşüncede binlerce yol aramak, bir yaprakta binlerce bataklığa düşüvermek."

Yine onu düşünüyorum. Soğuk ve büyükçe bir taşın üzerine oturmuşum, kızıl bir yaprağa dalmışım. Şarkılar mırıldanıyorum, şiirler söylüyorum; yanı başımda duran açmamış güle. Gülün adını diken koydum. O yüzdendir ki dikenlerini okşuyorum hafifçe. Parmaklarıma batıyor, acıtıyor canımı ama kime ne? Kanasın, acısın. Her bir hücremde hissettiğim küçük acılar gökyüzüne baktırıyor beni. Kuşları seyrediyorum ve bulutları da.

Düşüncelerim derin, yine her zamanki gibi. Onlara bir bir yön veriyorum. Her biri farklı bir yola sapıyor sonra.

Akşam saatleri. Sonbaharın ilk günü ve günün sonları. Gökyüzü maviliğini korumayı bırakmış, bulutlar bir yere yetişir gibi aceleyle dağılıyorlar. Başımı gökten çevirip büktüm boynumu sonra. Gezdiği yola baktım onun. Her gün gelir, bu taşa otururdu. Aklıma gelince taştan yeni kalkmış olmasının sıcaklığını hissettim. Sanki az önce burada oturmuş gibi gelmişti birden, nedense.

Uzun uzun seyrettim yolu. Taşların yerini ezberlemiştim artık. Anılarımızı aklıma getire getire eskitmiştim. Unutmamıştım ama. Mümkün değildi unutmak çünkü. Gözlerim doluyor yine, aklıma geldikçe her şey. Birer birer sararmış fotoğrafları görmek gibi bu his. Ağlamamak için tekrar gökyüzüne bakıyorum.

Güneş iyice batarken ay tutarken bulutları, güle konuşmayı bırakıp ağaçlara geçiyorum. Onlara anlatıyorum bu sefer yaralarımı. Yeşermeyen bahçelerimi, kapanmayan yaralarımı anlatıyorum, onlara da. Umutlarımı sildiğimden bahsediyorum. Denizler ağlamaz mıydı, silersem umutlarımı? "Ağlar." diyorlar bana. "Bulutlar da ağlayacak birazdan." diyorlar. "Neden?"

"Ama gökyüzü yeterince neşeli?" diyorum bu sefer kendi kendime. Kuşlar uçuyor çünkü. Bulutlar siliniyor. Yeterince neşeliydi işte gökyüzü?

Birkaç dakika durduktan sonra derin bir nefes alarak kuşlara diyorum ki "Uçun kuşlar, onun gittiği yere uçun." Beni de götürmezler mi acaba? Sonra içlerinden biri şarkı söylemeye başladığında "Sus!" diye haykırıyorum. Bugün ötmemelisiniz, bugün kederliyim. "Ne oldu?" diye soranlara yanıt "Sesime ses değdikçe çığlığa dönüşüyor her biri." diyerek mırıldanıyorum, duyacaklarından bihaber. "Dalgasız bir denizim. Ellerim kavuşmuyor, zamansız vedalara alışmaya başlıyorum artık." diyerek devam ediyorum, yine mırıldanarak. "Derde derman vereni bulun. Getirin bana, bu böyle olmayacak." Biri cevap veriyor. Kaşlarımı çatıyorum, duyduklarıma karşılık. Aşk şarabı mı, o da ne? Aşkın şarabını mı içeyim? Yok, daha neler. Ben zaten olmuşum sarhoş, şarap neye yetecek?

Yine derin bir nefes ve bu sefer farklı bir yol, farklı bir düşünce. "Neyse, ben biraz dolaşayım madem." diyorum. "Biriniz benimle gelin ama."

Her bir adım attığımda yerinden oynayan taşların üşüdüğünü hissediyorum. Toprak, taşlar üşüyor. Savrulup yırtılan bir rüzgârla. Denizde bir gemiye dönüşüyorum. Dalgalar vuruyor beni, rüzgâr savuruyor. Sonra ağaçta buluyorum kendimi birden. Yine savruluyorum ama her iki türlü de kurtulamıyorum.

Yenemiyorum bu savaşı. Denizde boğuluyorum, ağaçta yere düşüyorum. Uçuyorum yerlerde sürüne sürüne. Başka ülkelere...

Kül SokağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin