25. Bölüm: Zıt Bir Gün-Şehrin Işıkları

26 13 1
                                    

"Şu, benim ihtiyar kulaklarımda, eski iniltilerin çınlar hâlâ. Yanağının şurasında, bak, duruyor işte. Daha silinmemiş eski bir gözyaşının izi."

***
Kapının orada, yaslanmış bir şekilde, kollarını önünde birleştirmiş bekliyordu. Neden buradaydı, ne işi vardı burada?

Buraya gelmiştim, Fransa'ya. Sırf Aral ve diğerlerinden kaçmak için. Arkadaşlarıma zarar vermemesi için onlardan uzaklaşmış ve buraya gelmiştim. Bunu yapmak zorunda bırakılmıştım. Onun tarafından hem de. 

Her şeyimi değiştirmiş, her şeyi başkalaştırmıştım kendi hayatımda. Bunca şey boş yere miydi? O neden buradaydı? Neden hâlâ onların yanındaydı? Neden benim etrafımdaydı? Yetmemiş miydi her şey? Bize, bana çektirdikleri yetmemiş miydi? 

Arkamı döndüm. 
"Neden buradasın?" diye sordum. Gerginliğim sesimden anlaşılıyor olmalıydı.

"Ada, sana bir şey söylemeyeceğim. Demek ki anlatmamışlar." Dedi.

Neyi? Neyi anlatmamışlardı bana? Kim anlatmamıştı?

"Ada..." O tanıdık sesi duyduğumda arkama baktım. Ekin'di.

"Bilmem gereken bir şey mi var?" Dedim ona. Kaşlarını çattı.
"Sende bir şeyler var." 

Parmağını uzatıp, üzerimde gezdirerek beni işaret ettiğini belirtti.

"Sende anlam veremediğim tuhaf şeyler var Ada." 

"Size yabancılaşıyorum." Diyerek konuştum. Kesin bir dille. Sesim soğuk çıkmıştı. Bana bile yabancı gelmişti gerçekten sesim. Alışık olmadığım bu histen rahatsız oldum. Başımı önüme eğerek,

"Ben kendime yabancılaşıyorum, siz de beni kendinize yabancılaştırın." 

Tekrar kaşlarını çatan Ekin, "o ne demek şimdi?" diyerek durdurdu beni. Anlamamış olmasını umursamadım. Odadan çıktım. Ona bir şey demeden aşağı indim. Yine oradakilere bir şey demeden evin kapısına ilerledim ve o evden uzaklaştım. 

Her şey bu kadar basitti işte. Bir insan tüm hayatını hiçe sayarak, değer verdiği insanların hayatlarındaki o siyah lekeleri büyütmek istemeden onlardan uzaklaştırdı. Ama o insanlar yine kendisinin duygularını hiçe sayarak, onun karşısına çıkar, fakat bu sefer onun hayatına da kocaman siyah bir leke bırakırlardı. Bir imza, bir iz, bir leke. Ama mutlaka bir ödeşme olurdu. Hiç kimse kimseye bir şeyi bilerek ya da isteyerek yapmamıştı o an. Yine de, onların hayatlarında bırakılan izler küçük ve çokçaydı. Fakat kendi hayatına bırakılan iz bu sefer büyük bir yara açmıştı kalbinde. Bu kadar büyük bir hayal kırıklığını nasıl kaldırabilecekti? Nasıl atlatacaktı?

Eve girip kapıyı kapattım. Sertçe kapatmış olmalıydım ki, Azura, Mayıs ve diğer iki kişi bana tuhaf bakmaya başlamışlardı. 

"Çay içer misin?" diye soran Mayıs'tı.

"Hayır." dedim. İstemeyerek sert çıkmıştı sesim. Azura'nın küçük odasına gittim ve koltuklardan birine oturdum. Pencerenin önünde olan koltuğa. 

Dışarıyı seyrederken yanıma oturan Mayıs'ı fark etmemiştim. O konuşunca birden sıçradım. 

"Ne oldu?" o kadar kısık sesle sormuştu ki, ürkerek sorduğu belliydi. O yüzden terslemek yerine düzgünce cevap vermek istedim ona, o an.

Kül SokağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin