Sisli günlerin üstü bir perde ile kapalıydı. Sisli bilgiler de kilitli sandıklarda saklıydı. Ben o gün, o sandığın kilidiyle fazla uğraşmıştım, anahtarı bulmuştum hatta ama... O sisin kaybolmasını, arkasında sakladıklarını bilmek, istemiyordum. Asla. Bu, benim için kötü bir anlam ifade ediyordu. Kalbimin bir tarafı öyle hissettiriyordu bana. Bu yükü kaldırabileceğime öyle inanmıyorum ki, düşünmek bile bedenimi yorgun düşürüyor.
Uzaklarda Bir Adam yazıyor bana arada. Normal bir şekilde konuşuyoruz bazen. Yaptığı son hamleyle, gözüme girebilmiş durumda, biraz olsun. Fakat yine de, onun kötü biri olabileceği ihtimalini düşünmeden edemiyorum. Amacının ne olduğunu bilmiyorum hâlâ. Bu beni ürkütüyor. Ama böyle düşünmek istemiyorum, garip. İçimde bir yerlerde onun iyi biri olduğuna, beni korumak istediğine inanmak istiyorum. İstiyorum ama, bu düşünce beni nereye götürecek bilmiyorum. O yüzden... Ona karşı biraz daha iyimser olmaya çalışıyorum. Belki o zaman anlarım onu. Amaçlarını, sebeplerini ya da yapabileceklerini ve yapamayacaklarını.
Como Adası'nda her gün farklı bir köye geçerek bir haftayı sonlandırdık. Aral, yarın bizi sürpriz bir yere götüreceğini söylüyor. Bu adam bana o kadar şüpheli geliyor ki, hiçbir kesin sebebi olmasa bile hareketleri, davranışları beni böyle düşündürtmeye yetiyor. Belki de, Uzaklarda Bir Adam'ı bulduğuma inanmak, bedenimi rahatlatmak için kendim kurguluyorumdur bunu, bilmiyorum.
Bu aralar kafam o kadar karışık ki, düşüncelerim birbirine girmiş durumda. Ne yapacağımı veya ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Bir kuyuya girmişim, çıkmaktan başka bir çarem yok ama çıkmanın da bir yolu yok. Hayatım sıfırlanmış çoktan ama çürürken canlı olmak zorundayım. Öyle bir hâldeyim şuan. Anlaşılması güç, dayanılması sabırsız bir durumun içindeyim.
Öyleyim işte. Gökyüzü ne renk, güneş nerede, ay hangi evrede bilmiyorum. Yaşadığımı bile hissetmiyorum bazen. Yaşamak istemiyorumdur belki. Yaşam o kadar zor geliyor ki arada, öldüğüme ve bütün bunların birer senaryo olduğuna inanacak hâlde buluyorum kendimi. Ölmüşüm ve hayatım bir filme konu olmuş gibi.
"Ada?" Salondaydım, oturuyordum. Aşkın ile Mavi aksiyon filmi izliyorlardı. Rüzgar mutfakta yemek yapmaya çalıyor, Ela ve Milena ona yardım ediyorlardı. Özgür ise diğer odada uyuyordu. Ekin.. yanımdaydı.
"Ha? Efendim?"
"Korkuttum mu?"
"Yok ama... Dalmışım ondan herhalde."
"Fark ettim, evet. Ama böylesine derin neyi düşünüyordun, merak etmedim değil."
"Ekin.. boş ver, gerçekten."
"Ada, bu aralar her sorduğum soruya boş ver diyorsun, neyin var?"
"Canım çok sıkkın ama senlik bir şey değil. O yüzden boş ver."
"İyi. Boş verdim." Ekin'in bozulduğunun farkındaydım. Ama 'nasıl olsa geçer' diye düşündüğümden, çok da umursamadım.
Sonraki davranışlarından, bana gerçekten kırıldığının farkına varmıştım. Ekin'in yanına gidip özür dileyecektim. Belki, olanları da anlatırdım ona.
Ayağa kalkmıştım, ona doğru ilerliyordum ki, elimdeki telefon titremeye başladı. Kamer Arsal arıyordu. O an gerildiğimi hissettim. Onda beni germesine sebep olan bir şeyler vardı, hissedemediğim.
Aramayı cevaplandıramadan sonlandırdı aramayı. Ben de geri dönüş yapmak istemedim. Ekin'in yanına gittiğimde bana hâlâ bozuk olduğunu fark ettim. Şimdilik bir şey yapmamaya karar verdim. Biraz olsun yumuşadığında açıklardım her şeyi. Aral'ın salon kapısında dikildiğini fark ettim. Elinde gri bir mektup vardı. Ona bakıyordu. Düşünceli görünüyordu. Sonra kafasını mektuptan kaldırıp, bize yönelttiğinde bakışlarını, göz göze geldik kısa bir süreliğine. Gözlerini kaçırdı, başka yöne baktı, sonra yine bana. Yürümeye başladı yanımıza doğru. Bana bakmayı sürdürüyordu hâlâ.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kül Sokağı
Misterio / Suspenso*** Kül Sokağı'nın hikayesini biliyor musunuz? Kül Sokağı... Küçük çocukların kabusu olan o sokak... O sokakta büyüyen bir çocuğun hikayesi... Çığlıklar... Onları duyuyor musunuz? Toplanın. Size Kül Sokağı'nda kaybolan bir çocuğun hikayesini anlatı...