"Şu minik çiçeğin taze filizlerinde zehir de var, iyileştiren özler de: Koklanırsa, dinçlik verir her yerine insanın. Tadılırsa, öldürür tüm duyuları, durdurur yüreği. İnsanın içinde de, atlarda olduğu gibi, karargâh kurmuştur, birbirine düşman iki kral: Biri erdem, öteki gemsiz istem, içlerinden kötüsü egemen oldu mu bir kez, kurt kemirip çürütür tezelden o bitkiyi."
"Sabahın erken saatlerinde hâlâ Venedik'teydik. Dışarı çıkıp Venedik sokaklarında gezmek istiyordum. Kaybolursun, demişlerdi ama Murano Ada'sı kadar küçük bir yerde nasıl kaybolabilirdim ki? Üstüme rahat bir şeyler giyip tek başıma dışarı çıktım. Bu saatlerde Ada biraz serindi. Sakindi... Sisli bir hava vardı ve güneş yoktu. Telefonumda takılı bıraktığım siyah kulaklığımı takıp, sakin bir müzik açtım ve yavaş yavaş yürümeye başladım."
"O sırada duvara yaslanmış bir şekilde Aral'ı görür gibi oldum. Yanlış gördüğümü düşündüm. Ama hayır, oydu. Elindeki veya yerdeki bir şeye bakıyordu. Ters olduğu için göremiyordum. Yanına yaklaştığımda ona seslendim."
"Aral?"
Panikledi bir an. Cebine bir şey sıkıştırdı aceleyle.
"E-efendim?"
"Sen bu saatte burada ne yapıyorsun?"
"Ben mi? Ben ne yapıyorum... Hava almak için... Çıkmıştım. Sen?"
"Ben de biraz Venedik'i hissetmek istedim."
"Sessiz kaldık birkaç saniye. Sonra Aral'ın telefonu çalmaya başladı. Aral birden sıçradı yerinde. Onda bir şeyler vardı. Çok tuhaf davranıyordu."
"Neyse... Ben... Benim gitmem gerek."
"Hızla uzaklaştı yanımdan. Üstünde durmadım ve Aral'ın az önce yaslandığı yere dayadım sırtımı. Telefonuma gelen mesajlara bakacaktım ki, yerde gördüğüm şey dikkatimi çekti. Buruşuk, siyah bir zarf. Evet, yine beni bulmuştu zarf. Ama artık buna şaşırmıyordum. Şaşırdığım, bu sefer farklıydı. Aral'ın cebine sıkıştırmaya çalıştığı zarftı bu. Bu zarfları gönderen Aral mıydı yani? Nasıl? Nasıl fark edememiştim ki? Zarfı açtım. Yazanları okumak istiyordum."
Zarfı açtığımda içinden küçük bir gazete parçası çıktı. Özensizce kesilmiş küçük bir gazete parçasıydı. Bu neydi ki şimdi? Arkasını çevirdim. Dağılmış bir el yazısı vardı. Mürekkepli kalemle bekle beni yazılmıştı. Tekrar kağıdın diğer yüzünü çevirip yazılanları okumaya çalıştım.
"Kargalar sana nerede olduğumu haber verecek. Çok uzağında değilim. Aldığın nefesten haberdarım."
"Bir dakika, bu gerçek bir haber değildi ki. Düşündüm. Bana gelen zarflara çok benzeyen bir siyah zarf ve içinden çıkanlar... Bana gelecek olan, sıradaki zarf bu muydu? Peki bu zarfları bana yollayan kişi, Aral mıydı?"
"O, benim çok yakınımdaydı. O beni çok yakından tanıyan biriydi."
Notun altında Jake Evans yazıyordu. Adı Jake miydi? Yoksa takma ismi miydi?
Jake Evans...
***
"Mavi... Mavi."
"..."
"Mavi uyan hadi."
Üşengeç bir ses tonuyla yakındı Mavi.
"Ne oldu?"
"Mavi çabuk kalkman gerek sana bir şey göstereceğim."
"Tamam kalktım işte. Göster hadi, ne oldu bu saatte."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kül Sokağı
Mystery / Thriller*** Kül Sokağı'nın hikayesini biliyor musunuz? Kül Sokağı... Küçük çocukların kabusu olan o sokak... O sokakta büyüyen bir çocuğun hikayesi... Çığlıklar... Onları duyuyor musunuz? Toplanın. Size Kül Sokağı'nda kaybolan bir çocuğun hikayesini anlatı...