"Çoğu kez ölüm yaklaşırken, amma da neşeli oluyor insanlar! İdamlıkların gardiyanları buna, Ölümden önce çakan şimşek derlermiş. Buna nasıl şimşek diyebilirim ama?"
Diyordu Shakespeare, dizelerinin bir kaçında. Bunları yazarken neyi düşünüyordu acaba, neyin acısını çekiyordu, hangi zamanda yaşıyordu... Düşünürken, aklına onun en sevdiği dizeleri getirdi aklına.
"Bu loş gecenin sarayından hiç ayrılmayacağım. Burada yatacağım, sana 'hizmet eden böceklerin yanında, sonsuza dek dinlenip burada, uğursuz talih yıldızımın boyunduruğundan, şu dünya yorgunu bedenimi kurtaracağım."
Bu dizeleri severken, Ekin ne düşünüyordu acaba? Ne için seviyordu bu dizeleri, neden kıvrılıyordu dudaklarının kenarları, ondan duyduğunda bu cümleleri?
Düşünmeyi bırakıp bunları, defterine çevirdi bakışlarını ve düşüncelerini tekrardan. Gördüğü korkunç rüyadan sonra, kalbine anlatmak istedikleri vardı. Uyanır uyanmaz, böyle bir ihtiyaç duydu. Borçlandığını düşündü kalbine karşı.
***
21 Kasım~
Aylar geçmişti. Aylar olmuştu onu görmeyeli. İtalya'dan ayrılalı, Şelale olalı. Aylar olmuştu, Ada'yı duymayalı. Öyle ki, bir an, Şelale olduğumu unuttum. İtalya'dan ayrılmış, Fransa'ya gelmiştim. Kendi adımı koymuştum burada, Şelale. Şelale demiştim kendime. Benim adım Şelale artık. Ada öldü. Ada'yı İtalya'ya gömdüm. Sonra hiç bir eşyamı toplamadan Fransa'ya geldim. Cüzdanımı da orada bırakmıştım. Ama yine de cebimde az buçuk param vardı. O bana bir kaç gün yeterdi. Bir kaç gün sahilde kalırım, yatacak yer sorunum olmaz, diye düşünüyordum.
Sahile gittiğimde orada bir kadınla karşılaştım, tüm bu düşüncelerimi yıkan, planlarımı bozan. Adı Azura. Fransa'da yaşıyormuş ama aslen türkmüş. Sadece bir yıl Türkiye'de yaşamış. Onunla tanışınca Fransa'daki annemi bulmuş gibi hissetmiştim. Gerçek bir anne şefkati gösteriyordu. Ve bu davranışlarının arkasında bir art niyet yoktu. Bunu hâl ve davranışlarından rahat bir şekilde görebiliyordunuz. Bana çok yardımcı oldu, her konuda yanımda durdu. O olmasaydı, buralarda kalabilecek bir yere bile sahip olamazdım. Kendi işlettiği kafesine beni bir çalışan olarak almasaydı, asla Şelale olamazdım. Ada'ya geri dönme şansım, yeniden Ada olma şansım da yoktu zaten.
Burada kaldığım süre boyunca, ne Ekin'den ne de diğerlerinden haberim vardı. Hattımı kapatmış, telefonumu kullanmayı da bırakmıştım. Hiçbirini aramamıştım, hiç birine ulaşmaya çalışmamıştım. Kendi irademle karar vermiştim zaten onları aramamaya. Düşünmemeye çalışıyordum bir şeyleri.
Yeni kimlik çıkarttırmışım. Şelale Gün. Türkiye'de doğdum ama Fransa'da yaşıyorum. Azura'nın küçük pastanesinde sıradan bir çalışanım. Aynı zamanda Azura'nın üç katlı evinde çatı katında yaşıyorum. Paris burası. Balkonundan Eyfel Kulesi pek görünmüyor. Ama ben çatı katında kaldığım için bu evin en arka odasında, kütüphane olarak kullandığım odanın tavanında bulunan küçük pencereden Eyfel Kulesi'ni görebiliyorum. Oda bu üç katlı binaya daha sonradan eklendiği için dışardan bakıldığında burası, tahtadan bir ağaç ev gibi duruyor. Oda dıştan yaşlı bir çınarla desteklendiği için ilk baktığımda ben de ağaç ev olduğunu düşünmüştüm.
Odanın tavanındaki pencere dışarı doğru açılıyor olduğu için bir sandalye yardımıyla merak edip dışarı bakmıştım. Orayı keşfettikten sonra odanın tavanı düz olduğu için oraya bir çadır kurdum. Ağacın içinde gibi olduğu için ve yeşil olduğundan dolayı pek fark edilmiyor. Bazen canım sıkıldığında oraya çıkıyorum ve orada kitap okuyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kül Sokağı
Детектив / Триллер*** Kül Sokağı'nın hikayesini biliyor musunuz? Kül Sokağı... Küçük çocukların kabusu olan o sokak... O sokakta büyüyen bir çocuğun hikayesi... Çığlıklar... Onları duyuyor musunuz? Toplanın. Size Kül Sokağı'nda kaybolan bir çocuğun hikayesini anlatı...