Gün ışığının gözüme girmesiyle, gözlerimi açtım. Demeyi çok isterdim ama bu sabah alarmım kuşların sesiydi o yüzden güneş ışığının yardımıyla değil de, kuşların sesleriyle uyanmıştım. Yeni bir güne bu şekilde uyanmak, benim olumlu bir güne başlamama olanak sağlamıştı.
Çadırının fermuarını kapatmıştı ama biraz açık bırakmıştı, güneş ışığının gözüne girmesine izin vermek için, bir önceki gece. Ama aksine, güneş ışığıyla değil, kuşların cıvıltılarıyla başlamıştı güne. Çadırın fermuarını kapatıp, küçük pencereye uzanan merdivenle çatı katına indi ve tekrar tavandaki pencereyi kapattı. Rutin işlerini tamamlayıp üzerini değiştirdi, odanın pencerelerini açık bırakıp kapısını kilitleyerek aşağı kata indi, önce ikinci kata, Mayıs'ın odasına indi. Mayıs'ın kapısını tıkladı, kapıyı açmadan ona seslendi.
"Hadi çabuk ol, aşağıda seni bekliyor olacağım."
İçeriden yanıtın gelmesi çok üzün sürmedi.
"Tamaaaam!" Yanıtın gelmesini beklememişti Şelale ama merdivenlerden inerken Mayıs'ı duydu.
Merdivenleri hızlıca inerek aşağı indim. Azura'yı mutfakta kruvasan ve kahve servisi yaparken gördüğümde gülümsedim. Arkasını dönüp beni gördüğünde, o da gülümsedi. Elindeki büyükçe tabağı bana verdi ve diğer odaya götürmemi istedi. Ben de kabul ettim ve diğer odaya geçtim. Azura da biraz sonra kupaları alıp gelmişti.
Odada kahvelerimizi yudumlayıp dışarıyı seyrederken Mayıs'ın kulaklarımızı ağrıtan sesini duyduk. Muhteşem bir enerjisi vardı ama, bir süre sonra insan sessizliğe alıştığında, yine aynı sesi duymaya devam edince tuhaf oluyordu. Rahatsızlaşıyordu artık. Yine de, biz onun bu hareketine her an maruz kaldığımızdan, alışmıştık Azura ile.
"Ne kadar sıkıcısınız!"
"Ne? Hiç de bile! Ben gayet eğlenceliyim, sen onu Şelale'ye söyle!" diyerek yakındı Azura. Ben de kabul etmiyor değildim onun bu sözlerini. Fransa'ya geldiğimden bu yana çok durgunlaşmıştım. Oysaki İtalya'da öyle miydim? Düşününce İtalya örneğinin doğru olmadığı aklıma geldi. Son zamanlarda orada yaşadıklarım beni bitirmişti. Buraya gelme sebebim de o değil miydi zaten?
"Evet, doğru söylüyor! Ne kadar sıkıcısın Şelale!" dediğinde Mayıs, gülümsemekle yetindim.
Aradan bir kaç dakika geçtiğinde Mayıs sıkılmıştı.
"Eee? Konuşmayacak mısınız?"
"Ne konuşalım?" dedim. "Konuş sen."
"Peki o zaman, sana şeyi soracaktım ben." dediğinde cevap verdim.
"Neyi soracaktın?"
"Şey, Fransa'yı hiç gezdin mi?" diye sorunca, içimi hüzün kapladı.
"Hayır." demekle yetindim.
"Nasıl, hayır? Bu kadar zaman oldu hâlâ nasıl hayır diyebilirsin? Ben de işten erken çıkıyorsun diye bir dolaşıyorsundur, belki geziyorsundur diye düşündüm."
"Hayır, gezmedim hiç. Yalnız gezmeyi sevmem."
"Peki, o zaman benimle, gezmek ister misin? Ben, rehberlik ederim sana." diye sorduğunda düşünmeden cevap verdim.
"Olur, rehberlik edersin ama ben birini daha bekliyorum. Geleceğini umuyorum. Bir ay daha beklerim. Hâlâ gelmezse sadece seninle, çıkarım dışarı." diyip gülümsedim. O da gülümsedi.
Beraber evde biraz vakit geçirdikten sonra, üçümüz de üzerimize uygun bir şeyler giyinip, Hiçbir Yer'e gitmek üzere evden ayrıldık. Hiçbir Yer deyince tuhaf oluyordu ama kafenin ismi Türkçeye çevrilince böyle bir isim oluşuyordu. Her böyle seslenişimde oraya, gülesim geliyordu istemsiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kül Sokağı
Misteri / Thriller*** Kül Sokağı'nın hikayesini biliyor musunuz? Kül Sokağı... Küçük çocukların kabusu olan o sokak... O sokakta büyüyen bir çocuğun hikayesi... Çığlıklar... Onları duyuyor musunuz? Toplanın. Size Kül Sokağı'nda kaybolan bir çocuğun hikayesini anlatı...