Keskin bir çift göz. Tanıdık gözler..
Bana iyi geceler diliyor.
Onu tanıyorum. O, beni yaralayan kişi. Bir kaç adım ötemde, gözlerini bana dikmiş bakıyor.
Korkuyorum. Ondan... Bakışlarından... Öyle ki, kaçmaya başlıyorum. Fakat unutmuşum, ıssız bir ormanda olduğumu. Yakalanacağım! Ya tekrar zarar verirse bana, yakaladığında, yakalandığımda? Aynı kabusu tekrar yaşamak istemiyorum. Koşuyorum. Kaçıyorum o yüzden. Tedirginliğimin, korkumun ele verdiğince kaçmaya çalışıyorum. Hızlı değilim. Hemen arkamda. Buraya nereden geldim, bilmiyorum. Neden kaçıyorum, neden kovalanıyorum, bilmiyorum. Tek bildiğim, onun tehlikeli olduğu ve ondan kaçmam gerektiği.
O an aklıma küçükken yediğimiz horoz şekerler geldi. Kovalamaca oynardık ve ne zaman oynasak heyecana bürünürdü tüm vücudum. Çünkü her bir oyun sonunda en son kalana şeker alınırdı. Horoz şekeri... Severdim şekeri. Çok severdim. Rengarenk horoz şekerleri düşündükçe bana bir enerji gelir, daha hızlı koşardım. Kazandığımda bir sürü horoz şekerim olacaktı çünkü. Şimdi de hızlı koşacaktım. Horoz şekerler için. Çocukluğum için. Bu tutsaklık bitince ödüllendirecektim kendimi. Bir sürü, rengarenk horoz şeker alıp yiyecektim.
Tekrar o günlerim aklıma geldiğinde daha da hızlı koşmaya başladım. Çocukluğumdaki gibi... Yine horoz şeker uğruna koşuyorum. Belki, bitmeyecekti tutsaklığım ama horoz şekerler benim olacaktı bu oyunun sonunda. Oyun eninde sonunda bitecekti ne de olsa. Horoz şekerleri yiyen ben olacaktım yine. Kazanan, ben olacaktım.
Arkama baktım bir kez daha. Hızlıydı benden, ben ne kadar hızlı koşsam da. Eli uzanmıştı bile bana. Tutmak için. Yakalayacaktı beni. Yakalayıp hapsedecekti yine o rutubetli, karanlık mahzene. O dev kafese tıkıp, üstüme kilitleyecekti kapısını. Geçmişimin karanlık köşelerinde tıkılı kalacaktım yine. Olmazdı. Bu sefer izin vermezdim. Bu sefer, uçacaktım. Küçük kanatlarım ele verdiğince. Uçacaktım işte. Özgürce...
---
Uyandığında yanında Ekin vardı. Başucundaki koltuğa oturmuş, başı omzuna düşmüş vaziyette uyuyordu. Onu uyandırmak istemedi. Hemen diğer yanında duran masadaki sürahiye ulaşmayı denedi. Sürahiyi kavrayabildiğinde bardağa da uzanarak su doldurmaya çalıştı kendine. Ne yazık ki elleri hâlâ düşündüğü gücü bulamamıştı ki, sürahinin ağırlığına daha fazla dayanamadı. Hemen bıraktığı sürahi yerinde duramayınca düştü.
Kırık cam seslerine uyanan Ekin, önce ne olduğunu anlamayarak etrafına bakındı. Yerdeki cam parçalarını ve su birikintisini gördüğünde yavaşça ayağa kalkmaya çalıştı. Uykunun da vermiş olduğu sersemliğe dayanarak sendeledi. Dengede durabildiğinde yanına yaklaştı Ada'nın. O da az önce olanların farkına yeni varabilmişti ki, şaşkındı. Bakındı biraz etrafına. Ekin yaklaştı yanına. Baktı, baktı. Sonra odadan çıktı. Çok kısa bir süre sonra elinde su şişesiyle geri döndü. Ada'ya uzattı şişeyi. Birkaç yudum aldı Ada. Yan tarafındaki masaya koydu.
" Uyu. Dinlen biraz daha."
Kafasını salladı. İstemiyordu daha fazla uyumak. Gözleri yorgundu. Kırparken bile acıyordu.
Yanakları ıslaktı... Silmek için peçete ararken yastığının kenarında bir papatya gördü. Kısaydı. Solmamıştı... Boynu bükük değildi henüz. Ama yavaşça kırılacaktı boynu. Kuruyacaktı. Yaprakları dökülecekti bir süre sonra. O da gidecekti. Yok olacaktı.
"Peki. Sen bilirsin."
Ekin'e döndü.
"Ne kadar zamandır böyleyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kül Sokağı
Mystery / Thriller*** Kül Sokağı'nın hikayesini biliyor musunuz? Kül Sokağı... Küçük çocukların kabusu olan o sokak... O sokakta büyüyen bir çocuğun hikayesi... Çığlıklar... Onları duyuyor musunuz? Toplanın. Size Kül Sokağı'nda kaybolan bir çocuğun hikayesini anlatı...