***
Kül Sokağı'nın hikayesini biliyor musunuz?
Kül Sokağı... Küçük çocukların kabusu olan o sokak...
O sokakta büyüyen bir çocuğun hikayesi...
Çığlıklar... Onları duyuyor musunuz?
Toplanın. Size Kül Sokağı'nda kaybolan bir çocuğun hikayesini anlatı...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Düşünüyordu da... Hayatı da yapmaya çalıştığı origami gibiydi. Kağıt katlama sanatı...
Dertleri ve sıkıntıları da katlanarak artıyordu, tıpkı origami gibi. Her şey üst üste geliyordu. Sonra aniden bir rüzgar esiyor, deviriyordu onu. Darmaduman oluyordu birden. Yine de, toparlanıyordu. Düzeltiyordu kendisini. Katlayarak yaptığı kuğu bir türlü olmuyordu ama. Hep bir şeyler ters gidiyor, yapamıyordu.
Oysaki çocukken ne de güzel kuğular yapardı. Rengarenk, birbirinden farklı kuğular yapar, okuldaki arkadaşlarına verirdi. Origami yapmayı biliyordu. Annesine de, anneler gününde gül yapardı kağıttan. "Solmayan gül." derdi. "Sadece sararmaya mahsus."
"Sen onu atmadığın, yırtmadığın sürece, bu gül asla kaybolmaz." derdi.
Sinirlendi. Önünde duran kağıtların hepsini yırtıp attı. Olmuyordu işte.
Odasına gidip, eski eşyalarının olduğu küçük kutuyu çıkardı. Atmaya gücü yetmemişti onları. Nereden geldiğini unutmamak için, vicdanını unutmamak için saklamıştı hepsini.
Yavaşça açtı kutuyu. Annesine yapıp, veremediği gül de buradaydı.
Pişmandı. Gerçekten çok pişmandı her şey için. Yirmi yedi aya değmemişti olanlar. Böyle olmasını istememişti ki o. Böyle olsun istememişti.
Gözünden bir damla yaş aktı. Silmedi. İzin verdi süzülmesine. Süzüldü o da, yanağından aşağı. Yavaşça...
***
"Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi, yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan: biz dönünceye dek siz parıldayın, diye. Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde; utandırdı yıldızları, yanaklarının parlaklığı. Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı. Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte, gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı."
"Bana Romeo'mu ver; sonra öldüğünde al da küçük yıldızlara böl onu; onlar göğün yüzünü öyle bir süsleyecektir ki, bütün dünya gönül verip geceye, tapmayacaktır artık o muhteşem güneşe..."
İkisi de severdi Romeo'yu, Juliet'i... Ekin'in ısrarlarına dayanamayıp kabul etmişti Ada, gelmeyi. Ekin hastasıydı Romeo'nun, Juliet'in, Shakespeare'ın. Yüzlerinde ufak bir tebessümle izliyorlardı.
Ada Romeo'nun oyunculuğuna hayran kalmıştı. Tıpkı yıllar önceki Ekin gibiydi, sahnedeki Romeo. Yıllar önce Ekin'le Ada da oynamıştı Shakespeare'ın tiratlarında. İlk orada tanışmışlardı zaten. Ekin, Ada repliğini unuttuğunda onunla dalga geçerdi. Ada ise daha bir gıcık olurdu Ekin'e.