17. Bölüm: Mi Manchi Tanto.

34 17 0
                                    

"Abla..."

"Efendim Hazan'ım?"

"Abla, karanlıktan korkuyorum." 

"Geliyorum bir tanem, yanına geliyorum." yanına uzandım. Savaşmaktan yorgun düşmüş, cılız bedenin yanına. Uzandım.

"Abla, sen yokken Kamer ağabey şurada oturup bana masal okuyordu. Ama bundan sonra sen uyursun benimle değil mi?" duraksadım önce. Sonra derin bir nefes aldım.

"Ablacığım, benimle Türkiye'ye gelmek ister misin?"

"Türkiye'ye mi?"

"Evet, Türkiye'ye. Anavatanımıza. Gelmek ister misin?"

"Gelirim. Kamer ağabey de evden sıkıldığını söylüyor, Yunanistan'a gidecekmiş."

"Hazan."

"Hım?"

"Kamer ağabeyin bizimle gelmese olmaz mı?"

Duraksadı Hazan. Sustu, sustu, sustu. 

"Hazan?"

"Abla?"

"Hazan'ım, Kamer ağabeyin olmazsa, olmaz mı?"

Kafasını iki yana sallayan Hazan, korkmuş görünüyordu.

Biraz sessiz kaldığımızda, Hazan'ın ağladığını duydum.

"Hazan? İyi misin meleğim? Ağrın mı var?"

Cevap vermediğinde endişelenmiştim.

"Hazan?! Neyin var?"

Sessiz kaldı.

"Hazan'ım cevap ver, korkutma beni." biraz daha sessiz kalıp konuşmaya başladı.

"Abla... Kamer ağabey... O çok iyi biri. Ona kızma."

***

Üç hafta geçmişti aradan. Üç hafta... Her şeye ara verilen uzun bir zaman dilimi. 

Üç hafta boyunca İtalya gezimizi tamamlayamadık. Bir şeyler yapmaya çalışsak bile, her şey yarım kalıyordu. Sanki, birleştirmeye çalıştığımız yapboz parçaları bir anda dağılmış, her şey mahvolmuştu. Evet o gün tam da böyle olmuştu. Bütün yapboz parçaları her bir yana dağılmıştı. Paramparça. O gün, hepimiz tam da böyleydik, paramparça, her bir yana dağılmış... 

Pazartesi gününden bahsediyorum. Fırtınaya yakalandığımız gün. O gün, bütün ekibin dalgalarla boğuştuğu bir gündü. Sabah hepimiz uyandığımızda normal bir şekilde, büyük ve olabildiğince geniş yemek masasında hep beraber kahvaltımızı etmiştik. Her şeyden habersizdik. Yüzlerimizde birer tebessüm, akıllarımız tamamen berrak ve olabildiğince durgun. Herkes ilk defa bu kadar sakindi. Her şey ilk defa bu kadar normal gelmişti hepimize. Sohbet ediyor, gülüyorduk bir defa. Her şeyden öte, gülebiliyorduk onca şeyden sonra. Hepimiz o gün o masada buluştuk. Sadece bir kişi eksikti aramızda. Aral. Her zamanki gibi yoktu ortalarda. Ama hiçbirimiz bu durumu garipsememiştik. Çünkü Aral'dı bu, varlığıyla yokluğu birdi onun. Hayalet gibiydi. Bir görünüyor, bir kayboluyordu. Hepimiz alışmıştık onun bu hâllerine. Mesaj da gelmiyordu artık. Zarf da yoktu açılmayı bekleyen. Her şey normale dönmüştü işte. Kırılmayacaktım, üzülmeyecektim. Devam edebilirdim hayallerimin sokaklarında adım atmaya. Korkusuzca. Gerek yoktu, gezi ekibinden ayrılmama artık. Öyle düşünüyordum. Hatta Hazan'ı da alırdık yanımıza, öyle gezerdik. Ama olmadı. Hazan da, Aral da, Kamer de kayboldu bir an. Düşündüm ama bir sonuca varamadım. Düşünüyorum, düşünüyorum da yine bir sebep bulamıyorum. Kayboluyorum yine zihnimin en ücra köşelerine kaçıp. Sebepleri orada arıyorum çünkü. Ama yok hiçbir yerde. Bulamıyorum.

Kül SokağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin