Beni çeken kişi daha önce konuştuğum polisti. Aynı zamanda sapığı da başka bir polis tutmuştu.
"Artık bitti. Buraya kadarmış." dedi polis kelepçeyi takarken.
"Şükürler olsun!" dedim.
"İşaretin ve cesurluğun için teşekkürler Min Ah." dedi.Flashback
Pansuman için hastaneye geldiğimde bir polis yanıma geldi.
"Merhaba, kendini iyi hissediyorsan biraz konuşabilir miyiz?" diye sordu.
"Tabii ki." dedim.
"Henüz Park Jim denen o sapığı yakalayamadık ve hâlâ arıyoruz. O bulunana kadar tehlikede olduğunu düşündüğümüz herkes için polis görevlendireceğiz." dedi.
"Teşekkürler." dedim
"Bunun dışında sana bir görev daha vereceğim ama bundan hiç kimseye bahsetmeni istemiyorum." dedi.
"Tabii dinliyorum." dedim.
"Senin ne kadar cesur olduğun az önce verdiğin savaştan da belli. Eğer o Park Jim seninle iletişeme geçip buluşmak isterse kabul etmelisin. Senin yanına geldiğinde tanınmaz halde olacaktır muhtemelen ama biz seni sürekli izleyeceğimiz için senin yaptığın bir hareketle onı tanırız ve hemen tutuklarız." dedi.
"Bu çok tehlikeli değil mi?" diye sordum.
"Evet öyle. Kabul etmek zorunda değilsin." dedi.
"Nasıl bir işaret yapmalıyım?" diye sordum. Gülümsedi. Elini başının arkasına götürdü ve zafer işareti (✌🏻) yaptı.
"Gizli görevimizin adı da zafer olsun. Sonunda sen kazanacaksın ve zaferine ulaşacaksın. Söz veriyorum." dedi.Günümüz
Polisler onu götürmek üzereyken o sapıkla tekrar göz göze geldim.
"Beni kandırdın!" dedi ama ben onu umursamadan polise bu işin içinde başkalarının da olduğunu anlatmaya başladım.
"Bineceğimiz arabadaki kişi de bu işin içinde kesinlikle. Onun yüzünü göremedim maalesef." dedim.
"Arabanın plakasını alabildin mi?" diye sordu.
"Hayır." dedim.
"Neyse biz kameralardan buluruz merak etme artık her şey çok kolay. Madem yalnız değildi aldığımız güvenlik önlemlerini de geriye çekmeyiz. Bir süre daha beraberiz anlaşılan." dedi.
"Size çok teşekkür ederim. Siz olmasaydınız hâlâ önceki polislere derdimi anlatmaya çalışıyor olurdum." dedim.
"Min Ah, bana şu polisin ismini verebilir misin?" diye sordu.
"Tabii." dedim.Ulaştığım bu zaferi kutlamak için pastaneden çikolatalı küçük bir pasta alıp Taehyung'u çağırdım. Beni çok fazla bekletmeden hemen yanıma gelmişti.
"Hoş geldin!" deyip hemen ona sarıldım.
"Hoş buldum. Tiffany bulunmui bu yüzden mi bu kadar mutlusun?" diye sordu.
"O da var." dedim.
"Başka ne oldu ki?" diye sordu.
"O sapıktan kurtulduk artık. Polis onu yakaladı." dedim. Şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı.
"Ciddi misin? Nasıl yakaladılar?" diye sordu.
Her şeyi detaylıca Taehyung'a anlattım.
"En azından böyle bir planın olduğunu bana söylemeliydin. Seni hiç yalnız bırakmazdım." dedi.
"İşte tam da bu yüzden söyleyemezdim Tae." dedim.
"Bana güvenmiyorsun yani?" dedi ve hızla ayağa kalktı.
"Ne alakası var? Oturur musun lütfen?" dedikten sonra onun elini tuttum ama hızlıca elini geri çekti.
"Gitsem iyi olur, sonra konuşuruz." dedi.
"Taehyung! Tabii ki sana çok güveniyorum bunu bilmiyormuş gibi konuşma." dedim.
"Güvendiğini söylüyorsun ama buna dair hiçbir hareketin yok Min Ah. Şimdi konuşursak birbirimizi kıracağız. En iyisi daha sonra konuşmak. Görüşürüz." dedi ve benim hiçbir şey söylememe fırsat vermeden gitti. Gerçekten tam mutlu olacağız derken bunu yapmak zorunda mıydın Taehyung?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI | KTH
Fanfiction"Babanı uğurladığına göre acele etmezsen okula geç kalacaksın." Etrafıma baktım ama tanıdığım hiç kimseyi göremedim. Issız bir yer olduğu için tedirgin olmuştum. Adımlarımı hızlandırıp okula yetişmek için durağa doğru yürüdüm. Durakta benim üst sın...