11.{PEMBE TAVŞAN}

292 26 31
                                    

Önce bir beğensek mi?

Keyifli okumalar kurabiyelerim...☆☆☆

●●●

Sabahki konuşmadan sonra güne iyi başlamış sayabilirdim kendimi. Evet, lafı iyi oturtmuştum fakat yine de beni her fırsatta utandırmaya meyilli bir adet Savaş vardı artık hayatımda. Sahi? Cidden var mıydı, hayatımda? Bir an aklıma hastanede uyandığım o ilk gün geldi. Ne soğuk bakmıştı öyle. Hoş, ben de pek ılımlı sayılmazdım fakat istesem de ılımlı olamazdım, durumlar karışıktı.

Şimdi değil mi?

Karmakarışık.

Bu evde güvende hissediyordum, evet. Peki ya güvende miydim? Şuan güvende olsam ne değişecekti? Ömrümün sonuna kadar burada yaşayacak halim yoktu ki.

Sadece iyileşene kadar, demiştim.

O gün gururumun almadığı, alamadığı şeyi şimdi kaybetmekten mi korkuyordum?

Asla!

Sadece... Belirsizdi her şey. Burdan sonra neresi vardı benim için? Nereye gidecektim, ne yapacaktım, nerede yaşayacaktım?

Arayıp soracağım, konuşacağım, yardım isteyeceğim, isteyebileceğim kimse yoktu ki.

"Sakın bir sakatlık çıkarayım deme, yemin olsun bu sefer yaşatmam seni!"

Aynen böyle söylemişti. Peki ben ne yapmıştım? Sakatlığın en büyüğünü. İçim sıkılırken sarılabileceğim tek şey olan defterime tutundum.

Hatırlıyordum, küçük pembe bir tavşanım vardı, annemin aldığı. Ne de çok severdim, onsuz uyuyamazdım, annem varken de annem yokken de. O küçücük tavşanı bile almıştı benden, onu bile çok görmüştü. Onunla birlikte çocukluğumu da yakmıştı cayır cayır sobada, o gün, ev de yandı benim için. Çocukluğumu yakmıştı. Çiziklerle, göz yaşlarıyla dolu bir fotoğrafın son nesnesiydi o tavşan, tek sırdaşımdı. Sonra gençliğimi yaktı, sayısız kere. Ama bu seferki olmazdı, yapamazdım.

Sakatlığın en büyüğüydü bendeki, geç bile kalmıştım.

Saçlarıma götürdüm elimi, sarı olmamasına rağmen inatla sarıya boyadığım saçlarıma. Annemin de sarıydı saçları, ne güzel de kokardı, papatya gibi kokardı. Papatyalar ölünce yani biri onları koparınca kokarlarmış. Ama benim annemin saçları koparılmayı hak etmedi.

Kim, ölmüş birini tekrar öldürürdü?

O, yapmıştı.

Düşünceler ve anılar birer birer zihnime akın ederken sıkılan içime derin bir nefes bahşettim. Yaşlı gözlerimi silip derfterimle birlikte kaldığım odadan çıktım.

Aysel hanım yoktu. Savaş erken geleceği ve yemekleri de kendisi yapacağı için erken çıkmıştı.

Sandalyemi mutfak tezgahına yaklaştırıp bir bardak su içtim. İçim sadece nefes istiyordu, dışımsa hiçbir şey. Yalnızlığımdan fırsat bulan dertlerim ve anılarım oklarını çıkartmış acımadan derimi arşınlıyordu.

Dün gece oturma odasına bulaştırdığım çocukluğum bugün de mutfağa sıçramıştı.

Ruhum, başıboş bırakılmış salıncaklar gibiydi.

Oklar tenimi delip geçerken hayali çizgiler birer birer işliyordu tenime ve gözlerime. Artık oturma odası ve mutfak yoktu.

Ben seyirciydim, her yer sahne.

Ömrümün kırıntıları gözümün gördüğü her yere izini bırakırken sadece izliyordum.

Duvarlar acılarıma boyandı. Dizlerime baktım. Diz çökerek yanıma oturmuş, başını dizlerime yaslamış kalbi kırık bir kız çocuğu vardı. Saçları sarıydı ama değildi.
Parmak uçlarıma asılı hayallerimle saçlarını okşadım. Gözlerini kapadı. Elinde, o hiç bırakmadığı pembe tavşan. İnanmak istiyordu, inandırdım.

"Her şey güzel olacak."

●●●

Ani bir ürpermeyle sarsılan bedenim saniyeler sonra uyanmaya alıştı. Hava karanlık, gökyüzü yıldızlıydı. Saatleri, insanları ve nesneleri umursamadan gökyüzünde asılı duran dolunaya baktım. Güzelliği gözlerimi doldururken bir ürperti daha geçti bedenimden, üşüyordum. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir zaman önce mutfaktaki anılarımla yüzleşmeyi bitirmiş ve bahçedeki sedir, üzeri pofuduk beyaz yastıklarla kaplı mobilyalara kurulmuştum ve görünen o ki uyuyakalmıştım.

Sahi, Savaş neredeydi? Erken geleceğini söylememiş miydi bu adam?

Uyuşmuş bedenimi kaldırmak neredeyse imkansız gelse de başarmıştım. Sedir koltuklardan kalkıp yavaşça tekerlekli sandalyeme oturdum. Karanlıkta ilerlemek zor olsa da, dolunayın loş ışığı karanlığa alışmış gözlerime az da olsa yardım ediyordu. O an için tekerlekli sandalyede ilerlemek hem zor hem de mantıksız geldiğinden domalan yolu yavaş yavaş ve duvarlara tutunarak ilerlemeye başladım. Sonunda ev sınırlarına girebildiğimde beni ilk karşılayan sıcaklık oldu. Bedenim ani sıcaklıkla yavaş yavaş çözülürken daha iyi hissediyordum. Kapısız girişten yansıyan ışıkla Savaş'ın evde olduğunu anlarken beni görünce ayakta olduğum için söyleneceği aklıma gelmişti, göz devirdim.

Yemek ve bar alanını aşıp oturma odasına geldiğimde ise beklediğim son şey bile değildi, üzerinde sadece bir tül parçasıyla duran bir kadın görmek.

●●●

VEDA GECESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin