Seray'dan...
Bugün yine Dominik'te bir oyunun sonuna gelmiştik. Oyunu geriden gelip bizim takım almıştı. Ben bugün iki oyuna çıkmış sadece birini alabilmiştim. Melis'in ise atışları çok iyidi. Her seferinde altıda altı yapmıştı ve çıktığı tüm oyunları kazanmıştı.
Son sayıyı da takıma Melis kazandırdı ve Sergen koşarak ona doğru gitti. Ellerini Melis'in yanaklarına koyup onu kendine doğru çekti ve sarılmışlarken "Yapabileceğini biliyordum sonuna kadar güveniyordum sana işte benim kızım bee!" dedi.
Gerçekten hem takım adına hem de Melis adına çok seviniyordum. Sonuçta biz takım arkadaşıydık ve bireyselliğe daha çok vardı. Ayrıca Melis çok tatlı, ılımlı ve sakin bir insandı. Ama nedenini tam olarak bilemesem de buna şahit olmak biraz canımı yakmıştı. Belki de biraz değil fazlasıyla. Bu sabah bu tarz şeyleri adada da görmüştüm zaten. O zaman da dikkatimi çekmişti. Acaba fazla mı tepki veriyorum diye düşündüm. Belki de adada bu şartlar altında olmasaydık bu duruma takılmazdım bile. Ama düşüncelerime engel olamıyordum.
Ben Sergen'le aramızda özel bir şeyler olabilir sanmıştım. Kendime itiraf etmekte zorlansam da ondan etkilendiğim gibi o da benden etkileniyor diye düşünmüştüm. Ama belki de sadece arkadaşça davranmaya çalışıyordu. Belki de bana davrandığı gibi herkese öyle davranıyordu da ben fark edememiştim. Hayır bu kıskançlık falan değildi, bu sadece bazı şeyleri fark etmemi sağlamıştı.
İşte bu an yolumdan saptığımı fark ettim.
Ben buraya birilerinden etkilenmeye değil yarışmaya, kendimi kendime kanıtlamaya gelmiştim. Şimdiye kadar gayet de başarılı gidiyordum. Bu yolda dikkatimin dağılmasına izin veremezdim. Böylece içimden kendime söz verdim. Bundan sonra çok daha dikkatli olacaktım. Ondan etkilenmemek adına samimiyetimi biraz daha azaltacaktım."Evet böylesi en doğrusu."
"Efendim? Ne dedin?" Bana doğru dönen Sergen'le birlikte gaza gelip son cümlemi dışımdan söylediğimi anlamıştım.
"Yok bir şey demedim." sesim istemsizce soğuk çıkmıştı.
"Düşünceli görünüyorsun. Biz kazandık sevinsene. Bir şey olmadığına emin misin?" Sergen bu halime alışık olmadığı için şaşırmıştı. Normalde her zaman gülmeme rağmen şimdi oyun kazandığımız hâlde put gibi duruyordum.
"Seviniyorum zaten." Benchin diğer tarafına gitmiştim. Orda tek başına kalan Sergen'e göz ucuyla baktım. Şimdiyse düşünceli görünen Sergen'di.
Ecem'den...
Oyunu kaybettikten sonra adaya gittik. Herkeste bir matem havası vardı. Böyle ortamlardan nefret etmiştim her zaman. Açın bir Serdar Ortaç ne dert kalır ne tasa!
Serdar abimden bahsetmişken galiba adada en çok özlediğim şey 90'lar pop müziğiydi. Tarkan dinlemeden hayat mı geçer be?
Son kez takıma baktım de dayanamayarak oturduğum yerden kalktım. En azından tek başıma otururum diye düşünerek ormanın içinde bir yerlere gittim. Yalnız ormanın içine gittikçe çıkabilecek hayvanlardan da biraz korkmaya başlamıştım. Olsun, ordaki olumsuz hava kadar korkutamaz beni hiçbiri!
Daha önce yıkılmış olan ağacın gövdesine oturdum. Öylece etrafa bakarken arkamdan hışırtı sesleri gelince ayağa kalkarak çığlık attım. "Hayvan abi ben masumum!" Ne olduğunu görmemek için gözlerimi yumdum.
"Hayvan abi mi?" Poyraz'ın sesiyle gözlerimi açtım.
"Saygı göstermek için." dedim hemen kendimi toparlayarak. Karizmamızı da bozmayız yani!
"Delisin sen." dedi Poyraz ve ağaç gövdesine oturdu. Ben de az önce kaldığım yere oturdum.
"Benim en yakın arkadaşım neden psikolog zannediyosun?" diye dalgaya vurdum.
"Onu boşver de, bilekliği hâlâ almadım senden." Poyraz bir bacağını ağacın diğer tarafına atarak vücudunu bana döndürdü.
"İstemedin ki!" dedim ve omuz silktim. Konseyden sonra hiç baş başa kalmadığımız için hiç konusu geçmemişti.
"İstemekle mi oluyor o işler?" diye sorduğunda yüzünde anlamlandıramadığım bir gülümseme vardı.
"E yani, istemeden nasıl verebilirim?" diye sordum.
"Verdin bile." diye mırıldandı. Bileğime baktım.
"Yoo! Burda işte." dediğimde Poyraz kahkaha attı.
"Madem istemem gerekiyor isterim. Ecem, kalbini bana verir misin?" Birkaç saniye dümdüz Poyraz'ın suratına baktım. Pardon ne? Öyle lank diye sorulur mu?
"Ne?" diye tepki verdim. Karnımdaki adını bilmediğim şeyler oynamaya başlamıştı.
"Ecem, bak." derin bir nefes aldı. "Her gün aynı yerde olmamıza rağmen, yan barakamda uyumana rağmen, benchte benden en fazla 1 metre uzak durmana rağmen seni her gördüğümde kalp atışım hızlanıyor. Bu normal değil. Bunun bir sebebi var. Ve bunu ikimiz de çok iyi biliyoruz. Ben bazı şeyleri net bir şekilde konuşmak istiyorum artık. Bu sıçtığımın adasında olmamız buna engel değil çünkü."
Hipnoz olmuş gibi Poyraz'a bakıyordum. Onu görüyordum onu duyuyordum ama söylediklerini anlamakta zorluk çekiyordum.
"Poyraz..." dedim ve gerisini getirmeden Poyraz lafımı böldü.
"Sakın şimdi bir şey söyleme. Söylersen yarışma içindeyiz falan diyeceksin. Sadece düşün olur mu? Daha sonra konuşalım."
Poyraz bunu söylediğinde boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim. Ne düşüneceğimi bile bilmiyordum.
"Tamam." dedim sessizce.
"Ama bunu yapmazsam içimde kalır." dedi ve bana sarıldı. Nereye koyacağımı bilemediğim ellerim Poyraz'ın sırtına yerleşti. Bu his çok güzel hissettiriyordu. O kadar güzel hissettiriyordu ki bunun doğru olan olduğuna neredeyse emin olacaktım.
Oyun sonrası Poyraz'la birçok kez sarılmıştık. Ama bu onlardan o kadar farklıydı ki. Düştüğümü hissettiğim boşlukta tanıdığım birini görmüş gibiydim. Tanıdığım ve sevdiğim birini...
Seray'dan...
Adaya dönmüştük. Teknede özellikle Sergen gelemesin diye Öykü'nün yanına oturmuştum. Sergen ne olduğunu, neden böyle soğuk davrandığımı anlamadığı için sürekli buraya bakıyordu.
Öykü de fark etmiş olmalı ki "Siz, iyi misiniz? Bir sorun mu var? Ayrıldınız mı?" dediğinde gözlerim sonuna kadar açıldı.
"Yoo! Nasıl ayrılalım beraber değildik ki!" diye tepki gösterdim. Sesim çok sert çıktığı için Öykü gülmeye başladı.
"Tamam, sakin. Bir şey sormadım." dedi gülerken.
Yolculuk nihayet son bulduğunda adaya gittik. Ödülümüz olan ekmek arası köfte geleceği için bir araya toplandık. Boş olan bir yere oturduğumda Sergen yanıma oturdu. Tam ağzını konuşmak için açacaktı ki hızla yerimden kalktım. "Hayrettin abi ben sana ne diyecektim ya!" diyerek karşı tarafta Hayrettin abinin yanına oturdum. Sergen sinirlenmeye başlamıştı bunu fark edebiliyordum ama konuşursak bana nedenini soracaktı ve bunu istemiyordum.
"Ne diyecektin kız?" dedi Hayrettin abi.
Ha? Bir de öyle dedim dimi? Ne diyeceğim ki?
"Neden ilk gün Seray gelsin demedin?" diye sordum birden. Aayyy ne alaka Seray ya?
Hayrettin abi güldü ve kolunu omzuma attı. "Her insan hata yapar!" dediğinde ben de güldüm.
Hayrettin abiyi seviyordum. Sergen'le beni konuşmaktan kurtardığı için şu an daha da çok seviyordum. Hatta bu saçmalığıma rağmen beni bozmadığı için daha daha çok seviyordum.
Sergen şimdi bana sinirli olsa da zamanla o da benimle konuşma isteğinden vaz geçecekti, eminim buna. Hem benim ona soğuk davranmamı neden umursasın ki? Yarına unuturdu bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
La Romana
عشوائيAşk Dominik'te yaşanıyor güzelim! ÇOK ÇOK ÇOK ÖNEMLİ NOT!! Bu kitap hayran kurgu değildir. İsmi geçen kişileri sadece hafızanızda az çok canlansın diye kullandım. Karakterler kurgusaldır. Sadece isimleri aynı, davranış olarak da benzetmeye çalışmadı...