"Biri var sultanım! Bir aslan. Lâkin bu öyle bir aslan ki yalnız kandan beslenir. Sanki öfkesiyle evli, her şeyi yakıp kül eden bir ejderha gibi bu kubbeyi sarıp sarmalayacak ve gerekirse yok edecek!"
Elini kaldırdı hızla, Müzeyyen Valide Sultan. Yeter demekti bu. Müneccim hatun, önündeki kum dolu tezgahını toplayarak daireden çıktı. Akıllı bir kadındı valide sultan. Zira öyle olmasa, evladını tahta geçiremezdi. Boşluğa daldırdı gözlerini, kadının söylediklerini düşündü. Tam bu sırada uzun yıllardır kalfası olan, Suzan hatun girdi daireye.
"Sultanım," diyerek eğildi. "Kızınız, İnşirah Sultan saraya teşrif ettiler nihayet. Huzura kabulü beklerler." Ayaklandı Valide Sultan. "Derhâl alın içeri!"
Aydın sancak beyi olan eşi Salih paşa artık vezir-i azam olmuştu ve yenibahçe sarayında yaşayacaklardı. "Ne çok özledim sizi validem! Nasılsınız? Ağabeyim, hünkârımız nasıl?" Her zaman kardeşlerine çok düşkün olmuştu İnşirah Sultan. Şah-ı Huban Sultan hariç. Onunla yıldızı asla barışmamıştı.
Sultan Murad Han'da kardeşlerine epey düşkündü. Vaka bu yüzden Salih Paşa'yı vezir-i azam yapmıştı. Tahta çıktığında yaptığı ilk icraat buydu.
İnşirah Sultan ve Müzeyyen Sultan dairede oturmuş kahve içerken, içeriye bir çocuk sesi dolmuştu. "Halam geldi! İnşirah Sultan geldi!" diyerek koşturuyordu, Kaya Sultan. 6 yaşında pek neşeli bir sultandı. Babasının yegâne kızıydı. Annesi Mahpeyker Sultan gibi kızıl saçlı, yeşil gözlüydü.
"Bağışlayın," diyerek eğildi Mahpeyker. "Sultanımızın geldiğini duyunca, tutamadım onu. Epey özlemiş zirâ." Valide Sultan torununu kucaklarken, İnşirah Sultan gülümsedi. "Olur mu öyle şey Mahpeyker? Ben de çok özlemiştim güzel yeğenimi. Osman'ım nerede?" Yerine kuruldu Mahpeyker Sultan. "Şehzadem kılıç taliminde Sultanım. Bittiğinde onu da getiririm."
Valide Sultan'ın dairesi neşe dolmuştu şimdi. Sultan Murad Han bereketiyle oturmuştu tahta. Mahpeyker Sultan, onun biricik gözdesiydi. Ay parçası sultanı, iki evladının anasıydı. 8 sene evvel, şehzadeyken çıkmıştı karşısına.
***
Haremde işler yine aynıydı fakat bugün yeni cariyeler gelmişti. Lâkin Sultan Murad'ın gözü başka hatun görmüyordu. Oysa şehzadeler gerekliydi. Artık bir padişah olmuştu, soyu devam etmeliydi.
Mahpeyker Sultan artık kızıyla birlikte dairesine giderken, sendeledi. Birden gözleri karardı ve kendini yerde buldu. Herkes başına toplanmıştı, Kaya Sultan ise korkmuş, ağlıyordu. Derhâl şifahaneye taşındı Mahpeyker Sultan. Elbette bu havadis herkesin kulağına gitmişti. Genç padişah, valide sultan ve görümcesi İnşirah Sultan şifahane kapısında bekliyordu. Az sonra hekim kadın dışarı çıktı ve selam durdu. Başını hiç kaldırmadan konuştu.
"Korkulacak bir şey yok Hünkârım, Mahpeyker Sultanımız gebe." Sultan Murad, derhâl hasekisinin yanına geldi. Alnını öptü. Mahpeyker uyanmıştı. "Hünkârım, ne oldu bana?" Sultan Murad, mutluluğunu hasekisi ile paylaştı. Az sonra kapıya yaklaştı ve gözüne bir cariye çarptı. Nasya Hatun. Aslen Rum olan bu cariye, çocukluğundan beri İnşirah Sultan'ın hizmetindeydi. Öyle ki, büyüyüp serpilmiş ve görenin canını yakacak kadar güzelleşmişti.
Sultan Murad, kendi dairesine geldiğinde harem ağası Güvercin ağayı çağırdı. "İnşirah'ın hizmetindeki, bugün şifahanede gördüğüm sarı saçlı hatunu hazırlayın. Bu gece için." Dedi, tok bir sesle. Güvercin ağa, derhâl eğildi ve İnşirah Sultan'ın yanına yola koyuldu fakat epey şaşkındı. Sultan Murad, zinhar başka hatunların yüzüne dahi bakmazdı. Kapıyı çaldı ve müsaade alarak içeri girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Historical Fiction"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...