Şehzade Selim için hazırlanan cariyeler büyük bir kafileyle yola çıkmışlardı. Şehzade Osman ise Kütahya sancağına gideceği için pek kederliydi. Dairesinde Renginar Sultan ile konuşuyordu. Şehzade Cem, Huricihan Sultan ve Şehzade Süleyman vardı yanlarında. Birlikte oyun oynuyorlardı.
"Bu kararda şüphesiz ki Baş Haseki'nin parmağı var." Şehzade Osman biricik gözdesine döndü. "Neden ismini hiç zikretmiyorsun?" Renginar Sultan hiç söylemezdi sahiden Efruze Haseki'nin ismini. Hep Baş Haseki diye bahsederdi. "Zirâ benim ablam Nasya. Efruze Sultan değil. Görmüyor musun Şehzadem bana evlatlarımıza acımıyor. Çocukken beni nazlı çiçeğim diye severdi. Lâkin doğruymuş evlat başkaymış. Ben de kendi evlatlarım ve senin için herkesin karşısında durmaya hazırım. Bir gün er ya da geç o taht senin olacak Osman. Zirâ tek hak eden sensin."
Elbette herkes öğrenmişti iki kadının kardeş olduğunu lâkin artık birbirlerine düşman iki kardeş olmuşlardı. Mahpeyker Haseki seviyordu gelininin bu hâllerini. Dairesinde Hoşkadem Sultan ile sohbet ediyordu. "Şehzadem Yavuz biraz huysuzlandı Sultanım. Şimdi uyuyor o nedenle getirmedim. Lâkin Leylifer sizi pek özlemişti." Mahpeyker Haseki torunun saçlarını tarıyordu.
Fehime Sultan ise şehzadesi İbrahim ile bahçede geziyordu. Dairesinde cariyeleri ise eşyalarını topluyordu. En sadık nedimesi Mihriban Hatun ona refakat ediyordu. "Görüyorsun değil mi Renginar yılanını. Şehzademin aklını çeldi. Beş yıl oldu Mihriban. Şehzademiz yüzüme dahi bakmıyor. İbrâhim'i kendi dairesine alıp orada seviyor." Bunun en büyük sebebi Renginar Sultan'ı ikinci gebeleğinde zehirlemesiydi. Mahpeyker Haseki binbir zorlukla affettirmişti lâkin o günden beri gözden düşmüştü. Cariyeler bile onu ciddiye almıyordu.
Akşam olduğunda Mahpeyker Sultan, Valide Sultan'a mektup yazıyordu. Zirâ Kütahya sancağına gitmek mutlak suretle sürgün demekti ve Şehzade Osman'ı isyâna sürüklemesinden korkuyordu.
*Kıymetli Valide Sultanımız
Burada her şey yolundaydı lâkin o havadis gelene kadar. Hünkârımızın kararlarını sorgulamak elbet haddimiz değildir lâkin Şehzadem Osman derin bir keder kuyusuna düşmüştür. Vallahi yüzü gülmez oldu. Sizden istirham ederim ki; hünkârımızla bizzat konuşup iknâ edin. Biliriz ki bu kararın ardında Efruze denen Baş Haseki vardır. Onun da başını ezmek gerektiği düşüncesindeyim. Lütfen gelininize kulak verin.
Haseki Hatice Mahpeyker Sultan."
Mektubu bir ulakla yolladı Mahpeyker Sultan.
***
Şehzade Mustafa her ne kadar sarayda kalmak istemese de karşı çıkamamıştı. Dairesinde otururken yanına İnşirah Sultan'ın kızı Gevherhan Sultan geldi. Şu sıralar pek sık görüşür olmuşlardı ve bu Efruze Haseki'yi hiç memnun etmiyordu. "Şehzadem, burada olduğunuzu işittim. Bir sıkıntınız yoktur inşallah." Şehzade Mustafa'nın yüzü biraz olsun gülüyordu. "Seni gördüm daha iyi oldum Gevherhan. Sen nasılsın?" Gevherhan Sultan'ın yüzünde güller açıyordu. Kimse bilmiyordu fakat aşıktı şehzadeye.
Aynışah Sultan, validesinin yanında kasnak işliyordu. Aralarında konuşurken yanlarına Şehzade Selim geldi. "Hayrola Aynışah, çeyiz mi düzüyorsun yoksa?" Kız kardeşine sürekli takılırdı Şehzade. Yüzüne söylemese de pek severdi onu. "Hayır kardeşim lâkin istersen senin için yapabilirim. Mâlum validemiz haremine hatun seçmiş. Gerçi çeyizini görünce evlendiğini düşünüp hadise çıkarabilirler." Efruze Sultan şerbetinden bir yudum aldı. Onların bu hâlleri yüzünü güldürüyordu. "Sen neden gelmiştin Selim?" Şehzade Selim, validesinin yanına kuruldu. "Hünkârımız benim Manisa sancağına gitmemi istediler. Lâkin Osman ağabeyim? Ona ne derim, yüzüne nasıl bakarım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Fiksi Sejarah"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...