Tüm harem yas içindeydi. Sultan Murad yine bir evlat acısı yaşamıştı. Dördüncü kez yaşıyordu bu acıyı. Kendini dairesine kapattı ve sabahlara kadar kuran okumaya başladı. Valide Müzeyyen Sultan dolu dolu olmuş gözlerini kimseye belli etmemek için başını yere çevirmişti. "Suzan, hoca hanımlar getirin. Okuyup üflemek icab eder. Helvalar kavrulsun. Allah rahmet eylesin torunuma, gelinime."
Gülnigâr Sultan ise bu işte bir terslik olduğunu fark etmişti. Dilaşûb yediklerine pek dikkat ederdi. Üstelik yemekleri özenle hazırlanırdı, nasıl olmuştu da kendisine yediği bir şey dokunmuştu?
Efruze Haseki dairesinde volta atıyordu. Bir ileri bir geri giderken, telaşla elleriyle oynuyordu. "Hiç şüphem yok bunu Mahpeyker yaptı. Lâkin kanıtlayamam. Evlatlarımın emniyeti için kapıdaki ağalara söyle zinhâr uyku yok. Güvercin Ağa ve sende asla ayrılmayın buradan." Ardından terasına geçti Efruze. Biraz nefes almak istiyordu. Murad'ı görmek istemiş lâkin kabul edilmemişti. Bu kara günler geçsin diye dua ediyordu güzel Haseki.
Şehzade Orhan ve Dilaşûb Sultan'ın mevlüdü tamamlanalı kırk gün olmuştu. Sultan Murad kendini toparlamış, devlet işleriyle de ilgilenmeye başlamıştı. Sonunda divan toplantısı kuruldu.
"Paşalarım, beylerim. Bir müddet Şehzade Osman'ın yanına Manisa'ya gideceğim. Zirâ bizzat teftiş etmek isterim. İlâveten Şehzadem Selim'in de Amasya sancağına çıkmasına karar verdim. Hayırlara vesile olsun." Bu haberi Efruze Haseki, Yusuf Paşa'dan duymuştu.
"Bu iyi olmadı Paşa. Şehzadem biraz daha bekleseydi Manisa sancağına çıkacaktı. Neyse, bugün değilse yarın zaten oraya gidecek. Aman diyeyim hünkârımızın kararını tartışmayın Paşam." Yusuf Paşa oldukça sakindi. "Merak buyurmayın Sultanım. Güvendiğim bir ağa var. Memduh Ağa. Şehzademizin yanında gidecek ve onu her türlü beladan koruyacak Allah'ın izniyle." Efruze Haseki biraz olsun rahatlamıştı. "Âlâ, Memduh Ağa ile görüşmek isterim münasip bir vakitte. Hayırlı günler Paşa."
Efruze Haseki dairesine girdiğinde Gülçiçek Kalfa heyecanlı görünüyordu. "Sultanım hünkârımız sizin ve evlatlarınızın da Manisa Sarayına gitmek için hazırlanmanızı buyurdular." Efruze sevinçle gülümsedi. İlk kez böyle bir seyahat olacaktı onlar için. Çocuklar ve kendi için ne lazım olacaksa her şeyi bizzat hazırladı. "Bu arada Sultanım, Şehzademizin bu ziyaretten haberi yokmuş." Fakat yanılıyorlardı. Gülruh Kalfa çoktan bir mektup yollamıştı bile. Birkaç güne ellerine ulaşırdı.
Bir hafta sonra yola çıkılmıştı artık. Şehzade Selim ise Amasya için yoldaydı. Gülnigâr Sultan, İnşirah Sultan ve Valide Sultan İstanbul'da kalmışlardı. Zirâ harem boş bırakılmaya gelmezdi. Efruze Haseki'nin aklı Selim'de kalmıştı. Zirâ onun için hâlâ küçüktü. Neyse ki Memduh Ağaya güvenmişti. Birkaç gün sonra yeşil ağaçların ardından göründü Manisa Sarayı. Öyle ferah bir yerdi ki burası. Her yer yeşil ve cıvıl cıvıldı. Sultan Murad, Efruze ile birlikte girdi içeri. Arkalarından evlatları geliyordu. Mahpeyker Haseki ve Şehzade Osman onları girişte karşılamadılar. Her ne kadar haberleri olsa da Sultan Murad'ın onlara mâlumat gittiğini bilmesi hoşuna gitmezdi.
Az sonra indiler hareme ana oğul. "Hünkârım ne iyi ettiniz de geldiniz. Lâkin önceden haberimiz olsaydı hazırlık yapardık." Sultan Murad oğluna sarıldı. "Mühim değil Osman. Bu akşam uzun uzun hasbihal etmek isterim seninle." Şehzade Osman pek memnun olmuştu bu tekliften. Mahpeyker Haseki derhâl öne atıldı. "Acınızı hatırlatmak gibi olmasın lâkin işitince çok üzüldük Hünkârım. Allah Dilaşûb'a ve Şehzademize rahmet eylesin." Sultan Murad acı bir gülümsemeyle karşıladı Hasekisini. "Sen nasılsın Mahpeyker? Hâlin vaktin yerinde mi?" Etrafına baktı nisbet yapar gibi. "Sağlığınıza duacıyım hünkârım. Buradaki herkes beni pek sever sayar. Herkes benim ve şehzademin rahatı için pervane oluyor. Sizin sayenizde." Bu iltifatlar Murad'ın hoşuna gitmişti. Gülümseyerek başını salladı ve kendi için hazırlanan daireye geçti.
Efruze ise evlatlarını daireye yollayıp pek sevdiği rakibesiyle kaldı. "Belli pek memnunsun buradan." Cılız bir kahkaha attı Mahpeyker. "Buradakiler bana Valide Sultan diyorlar." Efruze her ne kadar bozulsa da belli etmedi. Yalandan bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Dilersen biz de akşam burada yemek yiyelim. Cariyeler de raks eder bizim için hususi bir eğlence olur." "Elbette Mahpeyker Sultanım, lâkin izninizle o vakte kadar biraz dinleneyim."
Dairesine giden koridordan geçerken fısıltılar duydu. Fehime Sultan, Renginar Hatunu sıkıştırmıştı. "Bana bak bir gece halvete gittin diye sevinme anladın mı? Ben şehzade anasıyım. Ne sen ne de o çiroz Hoşkadem benim yerimi alamazsınız." Efruze ellerini önünde birleştirdi. Gür bir sesle seslendi. "Ne oluyor orda?" Sesleri duyduktan sonra ikisi de öne çıktı. Fehime Sultan tam eğilip gidecekken Efruze Haseki durdurdu onu. "Şehzadene güvenip diğer cariyeleri mi sıkıştırıyorsun? Ne yazık. Belli ki Şehzade Osman senden yüz çevirmiş. Şimdi git bir daha seni kimseyi rahatsız ederken görmeyeceğim." Fehime kin dolu bir ifadeyle baktı ve gitti. Ardından Efruze Haseki diğer cariyeyle göz göze geldi.
Biraz daha yaklaştıktan sonra alnındaki küçük çiçek bozuğunu fark etti. O'na çok benziyordu. Elleri terlemeye başladı Haseki'nin. "Nerelisin sen hatun?" Dedi duymaktan korkarak. "Ben İmroz adasından geldim Sultanım. Mahpeyker Sultanımız Şehzade Hazretleri için seçtiler." Daha fazlasını duymak istemiyordu Efruze. Hatunun sağ omzunu dokundu. Ufak bir aralıktan görmeye çalıştı. Belki bunların hepsi bir tesadüf veya rüya olabilirdi. "Ne hoş ben de oralıyım." Göz ucuyla baksa da görmüştü işte. Gerçek olmasını istemediği tek ihtimâl de gerçekleşmişti.
***
Mahpeyker Haseki özellikle Ali Nazik kebabı hazırlansın istemişti. Ve sütlü badem çorbası. İşittiğine göre Efruze'nin en sevdiği yemeklerdi. Sultan Murad şehzadesi ile oturmuş hasbihal ediyordu. "Doğrusu ahali senden pek memnun. Haberlerini aldım. Yarın isterim ki beraber tebdil hâlde çıkalım çarşıya. Bir de biz işitelim neler oluyor. Sen hiç gidiyor musun?" Ağzındaki lokmayı yutarken başıyla onayladı babasını. "En son dört gün önce gittim hünkârım. Size lâyık bir Şehzade olmak için çalışıyorum. Hiç şüpheniz olmasın." Sultan Murad pek gururlanmıştı. Şehzadesi, ilk göz ağrısı ne de çabuk büyümüştü böyle. Civan mert bir Şehzade olmuştu.Efruze Haseki ise yemeğe inmeden evvel pek gergindi. "Bu o Gülçiçek." Gülçiçek Kalfa hiçbir şey anlamamıştı bu olanlardan. "Bağışlayın lâkin kim Sultanım?" Efruze kendine bir bardak su doldurdu. Aklını kaybettiğini düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Ficción histórica"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...