Şah-ı Huban, asil adımlarla girdi kardeşinin dairesine. "Beni buraya hâl hatır sormak için çağırmadın değil mi kardeşim?" Yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı. İnşirah Sultan, elbisesinin kolundaki tülün arasına sakladığı mektubu çıkardı. "Bu mektup Şah-ı Huban. Senin hayatını yerle bir edebilir." Yüzündeki gülümsemesi silindi genç kadını. "Ne demek oluyor bu? Neyden bahsettiğini anlayamıyorum?" Sözlerini bitirdiğinde sertçe yutkundu.
İnşirah Sultan sedirine oturdu ve kardeşine de oturmasını işaret etti. "Demek Şehzade Selim'in ölümünde senin payın var öyle mi?" Bakışları uzaklaştı kardeşinden. Şah-ı Huban Sultan'ın gözlerinden bir damla yaş süzüldü. "Başka çarem yoktu İnşirah. Eğer yapmasaydım Murad'ı katledecekti. Buna nasıl müsaade ederdim?" İnşirah Sultan duyduklarına inanamıyordu. Mektup elinden düşmüştü fakat farkında bile değildi. "Demek doğruymuş!" Şah-ı Huban Sultan tekrar kardeşine baktı. Elini tutmak istedi fakat İnşirah Sultan ellerini hemen uzaklaştırdı. "Paşa her şeyi anlatmak istediği için onun da kanına girdin!" Ayağa kalkarak dairesinde dönmeye başladı İnşirah Sultan. Arkasını döndüğünde ise mektup artık Şah Sultan'ın elindeydi. "Mecburdum! Ağabeyimizin saltanatı için buna mecburdum. Şehzade Selim bizim öz kardeşimiz değildi! Validesi Handan Sultan Murad'ı öldürtmek istemedi mi sanıyorsun? Ne yapmak istersen yap İnşirah. Ben pişman değilim, yine olsa yine yaparım."
Artık alenen ağlıyordu Şah Sultan. Fakat mektup eline geçmişti, rahat bir nefes aldı ve daireden çıktı. Fakat hesaba katmadığı bir şey vardı. Tüm konuştuklarını duyan biri...
Şah-ı Huban Sultan, dairesine dönüp mektubu sakladı. Sonrasında hamama gitti ve akşamki eğlence için hazırlandı. Valide Müzeyyen Sultan, doğacak her iki torunu için de eğlence düzenliyordu. Ve oğluna yeni bir cariye sunacaktı. Efruze hatun yerini bilmeliydi. Dairesinde Dudu Hatun ile sohbet ediyordu. "Sultanım aklınızdaki nedir?" Dudu bastonuna dayanarak ayakta duruyordu. "Nazenin hatunu hazırlayın. Epey eğitimden geçti, arslanıma layık bir hatun. Bu gece herkes eğlencedeyken, onu has odaya götür. Aman çok dikkatli ol Dudu. Hatunun yanından zinhâr ayrılma." Dudu anladığını belirtircesine başını salladı. "Mahpeyker Sultan'ın, Efruze hatuna neler yaptığını biliyorsunuz. Ya bu hatuna da aynısını yaparsa?" Sehpada duran üzümlerden attı ağzına Valide Sultan. "Mahpeyker artık hiçbir şey yapamaz. Asıl düşünmemiz gereken, Efruze. Bu sarayda rakipsiz olmadığını hatırlamalı. Efruze kendi başını yakacak Dudu." Dudu eğilerek daireden çıktı.
Efruze Hatun, duydukları karşısında şaşıp kalmıştı. Şah Sultan anlatıldığı gibiydi hatta daha fazlası. Hem kendi kardeşini hem de zevcesini öldürmüştü. Gizlice Şah Sultan'ın dairesine gitti ve mektubu aramaya başladı. Az sonra mektubu bulup has bahçeye çıktı. Kimsenin onu görmediğinden emindi. Kuytu otların arasına gömdü mektubu ve dairesine döndü. Sarı saçlarına incilerle bezenmiş bir taç taktı. Üzerine zümrüt yeşili bir elbise giydiğinde hazırdı. Eğlenceden önce sevgilisini görmek istiyordu. Hızlı adımlarla has odaya doğru yürüdü. Has odanın kapısında Dudu hatunu gördüğünde epey şaşırdı. Ona baş selamı verip kapıdaki ağalara döndüğünde Dudu kendi kendine gülümsedi. "Hünkarımıza geldiğimi haber verin." Ağalar birbirlerine baktılar ve daha uzun boylu olan söze girdi. "Hünkârımız haremiyle birlikteler." Efruze Hatunun kan beynine sıçramıştı. Karnında taşıdığı bebek biricik aşkı olan adamdandı. Ama artık o da unutulacaktı. Bir hışımla geri çekilip, yürümeye başlayacakken has odanın kapısı gürültü ile açıldı. Nazenin Hatun dışarı çıktığında Efruze yaşlı gözleriyle gülümsedi. Geri dönüp has odaya girdi hızlı adımlarla.
"Murad! O hatunu neden kabul ettin?" Sultan Murad, elleriyle sevgilisinin yüzünü okşadı. "Validem için. Hemen yolladım hatunu, geldiği gibi gitti. Benim sultanım sensin. Nadide mücevherim, göz kamaştıranım." Göz yaşlarını sildi Efruze. "Bir bebeğimiz olacak Murad. Artık kocaman bir aile olacağız. Rabbim bize nice evlatlar nasip edecek." Ellerinden tutarak öptü güzel cariyesini, Murad. Birlikte terasa çıktılar. "Gitme eğlenceye. Burada benimle kal." Sultan Murad bunları söylerken tıpkı bir çocuk gibiydi. Öyle özlemişlerdi ki birbirlerini.
Eğlence başladığında herkes kendi yerine oturmuştu. Dudu telaşla Valide Sultan'ın yanına koştu. "Validem, hünkârımız hatunu geri çevirdi, daha sonrasında Efruze hatun geldi. Hâlâ has odada." Sinirlenmişti Valide. Bu hatunun icabına bakmalıydı artık. "Mahpeyker!" Diyerek seslendi gelinine, Valide. Bu işi yapsa yapsa o yapardı. Mahpeyker Sultan ayaklanarak kayınvalidesinin önüne geldi ve eğildi. "Efruze hatun, bebeğini düşürmeli. Bu hem senin için hem de evlatların için büyük bir tehlike Mahpeyker." Güzel Haseki şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Sadece başını eğdi ve müsaade isteyerek kendi dairesine gitti.
Edadil dairede Kaya Sultan'a hikayeler anlatıyordu. Şehzade Osman ise kitap okuyordu. Mahpeyker geldiğinde ikisi de ayaklandı. "Validem, bugün kılıç talimi yaptık. Lalam artık benden pek memnun olduğunu ileride babam kadar iyi kılıç kullanacağımı söyledi." Mahpeyker'in kulaklarında tek bir söz yankılanıyordu. "Evlatların için büyük tehlike." Çocuklarını öperek odalarına yolladıktan sonra, Edadil ile konuşmaya başladı. "Bu hatundan ve bebekten kurtulmamız icab eder Edadil. Senin yardımın gerek." Edadil telaşlandı. Yardım ederdi etmesine lâkin bu hatun alelade bir cariye değildi, hünkârın gözdesiydi. "Sultanım, lâkin nasıl yaparız bunu? Hünkârımız bunu sizden bilecekler." Mahpeyker aynasının önüne oturup saçlarını taramaya başladı. "Yediği bir şey dokundu derler. Gebe hatun neticede. Sen onu bana bırak, git bana zehir getir." Edadil el mâhkum çıktı daireden. Sultanı için canını vermeye hazırdı.
Sabah olduğunda Efruze kendi dairesine dönerken Şah-ı Huban Sultan ile karşılaştı. Sahte bir gülümsemeyle baş selamı verdi. "Sultanım, sizi görmek ne hoş. Hünkârımıza mı gidiyorsunuz yoksa? Lâkin kendisi divana gitti isterseniz sonra gelin." Yüzündeki gülümseme gerçeğe dönüşmüş ve hatta büyümüştü. Şah Sultan tek kaşını kaldırarak süzdü gelinini. "Sana mı soracağım hatun ne vakit nereye gideceğimi? Sen böyle şeylerle değil, karnındakiyle âlâkadar ol." Efruze hatun başıyla tekrar selam verip hareme gitti. Cennet Kalfa yine herkese bağırıyordu. "Hadi hatunlar hadi! Bu nasıl iş görmek? Acele edin. Daha derse yetişeceksiniz!" Gülerek gitti Efruze, Cennet'in yanına. "Ne oluyor Cennet kalfa? " Cennet kalfa, Efruze'nin yüzüne bakmadan konuştu. "Ne olacak hatuncuk, haremin her gün böyle olduğunu bilmez misin?"
Efruze bir an kafasını çevirdiğinde Nazenin Hatun ile göz göze gelmişti. Kendisi gibi sarı saçlıydı fakat daha kısa ve zayıftı. Çelimsiz ama çekici bir görüntüsü vardı.
Valide Müzeyyen Sultan, hatunun geri dönmesine hâlâ sinirliydi. Bu böyle olmaz diye düşünüyordu. Soluğu oğlunun dairesinde almıştı. "Hünkâr oğluma geldiğimi haber verin." Ağalar az sonra Valide Sultan'a kapıyı açtılar. Fıstık yeşili elbisesinin eteklerinden zarifçe tutarak içeri ilerledi Valide. "Validem, hoşgeldiniz. Sebeb-i ziyaretinizi neye borçluyum?" Murad biliyordu validesinin huyunu. Habersiz geldiyse muhakkak bir şey olmuştu. "Arslanım evladımı görmek istemiş olamaz mıyım?" İçerlemiş gibi konuşuyordu Valide. Duygu sömürüsü yapacaktı belli ki. "Haşa validem. Ne zaman isterseniz elbette. Lâkin buraya bir sebepten dolayı geldiğiniz aşikâr."
Sedire doğru ilerledi Valide. Oğlunu da karşısına oturttu. "Bak arslanım, haremde devamlılık esastır lâkin sen sana gönderdiğim hatunu geri yolladın." Murad anlamıştı şimdi neler olduğunu. "Burası benim dairem validem. Kimin gelip gideceğine ben karar veririm. Başka hatun istemiyorum. Hele ki Efruze varken." Derin derin nefes aldı Valide Sultan. "Böyle olmaz Murad. Şehzadeler gerekiyor bunun farkına var artık. 8 yıldır sadece tek bir erkek çocuğun oldu. Hem Efruze'nin kız doğurmayacağı ne mâlum? Kalbindekine karışamam elbet lâkin haremine karışırım. Ben Valide Sultan'ım. Bundan mütevellit o hatun bu gece geri dönmeyecek arslanım. Hayırlı günler." Valide Sultan hışımla çıktı daireden. Artık bu işin şakası yoktu. Devamlılık esastı ve bunu kimsenin bozdurmasına izin vermeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Fiksi Sejarah"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...