Sarı saçlarını ensesinde toplattı Efruze. Önünden iki bukle çıkardı. Üzerinde kar beyazı sade bir elbise ve mor kaftan vardı. Saçlarına elmaslarla süslenmiş ince bir taç kondurulmuştu. Elmas küpeleri de taktıntan sonra hanımeli kokusu sürdü boynuna. Gerçekten büyüleyici görünüyordu. Aynadaki aksini pek beğenmişti Efruze. Teker teker şehzadelerini öperek has odaya vardı. Koşmuştu adeta, kalbi kuş olmuş; çırpınıyordu. İçeri girer girmez sarıldı sevgilisine. Hiç konuşmadan öylece sarıldılar. Hasret kalmışlardı birbirlerine zira.
O aşk dolu geceleri tekrar başlamıştı. İlerleyen vakitte birlikte terasa çıktılar. "Murad! Seni öyle özledim ki. Sen yokken şehzadelerimiz için aldığım devlet-i Ali'ye derslerime devam ettim lâkin sensiz öyle eksik, öyle yarımdı ki her şey. Evladımızın doğumuna dâhi sevinemedim." Ellerini tuttu kadınının. Gözleri aşkla gülüyordu Murad'ın. Sahi ne vakittir böyle mutlu değildi. Hatta o pek kıymet verdiği Mahpeyker bile böyle güldürememişti onu.
"Benim canımdan öte Sultanım, göz kamaştıranım. Anlat bakalım derslerde neler öğrendin." Gözlerini kıstı Efruze. Şimdi Enver Paşa'yı önermenin tam vaktiydi zira. "Hünkârım, hâşâ haddim olmayarak bir tavsiyede bulunmak isterim. Nicedir Enver Paşayı tebrik edermişsiniz. Sizin övgülerinize mazhar olmuş. Keza Yusuf Paşa da öyle. Lâkin Enver Paşa geleceği parlak, devletimiz için önemli bir bey. Onun vezir olması, herkes için en hayırlısı olacaktır."
Murad yanağını okşadı kadınının. "Nicedir benim de aklımda. Enver Paşa seferde kendini epey belli etti. Hak ettiği makama erecek elbet. Salih paşa hakkında ne düşünüyorsun?" Bu sefer beklemediği yerden gelmişti soru. Gözlerini kaçırdı. "Vezir-i Azam kendisi. Sizin vekil-i mutlakınız. Lâkin yetmediğini düşünüyorum Murad. Mâlum, paşamızın yaşı var. Yarın bir gün bu dünyadan göçmesi, geç olmayacak. Namzeti kim?" Murad pür dikkat dinliyordu. "Aklında kim var?" Elleriyle, ellerini okşadı Efruze. "Yusuf Paşa elbet yeterli tecrübeyi kazanacaktır. İstikbâlde bizi neler bekler Allah bilir lâkin Yusuf Paşayı göz ardı etmemek gerek."
Biraz daha sohbet ederek artık içeri girdiler.
*5 Yıl Sonra*
Efruze Haseki dairesinde şehzadeleri ile ilgileniyor bir yandan da bir yıl arayla doğan sultanlarına bakıyordu. Şehzade Selim ve Mehmet 6, Mustafa 5 yaşına basmıştı. Atike Sultan 4, Aynışah Sultan ise 3 yaşındaydı.
Mahpeyker Sultan'ın evlatları Şehzade Osman; 13 yaşında, Kaya Sultan 11 ve Şehzade Kasım ise 6 yaşındaydı.
Şehzade Ahmet'de 6 yaşına gelmiş, hâlâ Valide Müzeyyen Sultan ile kalıyordu.
"Sultanım, daha dün gibiydi, beşiklerinde uyuyorlardı. Şimdi ise büyüyüp serpildiler maşallah." Efruze Sultan evlatlarına gururla bakıyordu. "Öyle Gülçiçek. Vakit su gibi akıyor."
Ayağa kalkarak, lacivert, elmas işlemeli elbisesini düzeltti. "Hünkârımız dairesinde mi?" Gülçiçek, Aynışah Sultan'ı kucağına aldı. "Dairesindeler Sultanım."
Hiçbir şey söylemeden daireden çıktı Efruze. Altın yoldan geçerken kalbi her seferinde patlayacak gibi oluyordu. Yavaş adımlarla girdi has odaya. "Murad! Benim canımın Sultanı." Birbirlerine sarıldıklarında Efruze Haseki'nin gözlerinden bir damla yaş aktı. "Ne oldu sana böyle Efruze'm? Validem mi bir şey söyledi yoksa?" Planı istediği gibi işliyordu Haseki'nin. "Hayır, hünkârım. Mühim değil."
Sultan Murad, güzel Hasekisinin ellerinden tutarak sedirine götürdü. Havalar soğumuş, kara kış tüm payitahtı etkisi altına almıştı. "Anlat benim güzel Sultanım. Nedir senin gözyaşına sebep olan?" Birbirlerini hâlâ ilk günkü gibi seviyorlardı. "Mahpeyker Sultan... Veliaht şehzade anası olmayı rabbim ona nasib etti zinhâr isyan etmiyorum. Lâkin ben de altı evladının validesiyim." Sultan Murad kaşlarını kaldırarak baktı. "Yoksa gebe misin?" Gülümseyerek başıyla onayladı Efruze. Dün sabah öğrenmişti kutlu haberi. Altıncı kez gebeydi nihayet. Lâkin bu yetmezdi, son kozunu da oynayacaktı. "Sana altı evlat versem de nafile. Zinhâr saygı göremiyorum. Her fırsatta sadece bir köle olduğumu hatırlatıyorlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Historical Fiction"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...