Efruze Validenin kalbine bir hançer saplanmıştı adeta. Derhâl ayağa kalktı ve has odaya koştu. Tüm harem halkı uyuyordu, Valide Sultan bunu kimsenin bilmesini istemedi. Aynışah Sultan bile bilmiyordu. Evladını öpüp kokladı Efruze. Hırçın bir çığlık attı fakat ardından dişleriyle bir kumaş parçası sıktı. Zirâ sesi çıksın istemiyordu. Şimdi ise yeni bir reis gerekirdi devlete. Neyse ki; her şey daha öncesinde hazırdı.
-Flashback-
"Beni işittin öyle değil mi? Evladın İskender'i tahtta görmek istiyorsan bana biat edeceksin." Firuze hatun birkaç adım geriledi. Kucağındaki evladını daha fazla sarmaladı. "Peki size nasıl güveneceğim? İskender meşru bir Şehzade bile değil." Valide Efruze Sultan, Güvercin Ağa'ya baktı. Birbirlerine imâlı gülüşler gönderdiler. Daha sonra biricik gelinine döndü. "Ben istersem evladın meşru da olur, padişah da olur. Sevgili gelinlerim Simten ve Gevherhan haberim olmayacak zannederek ittifak kurmaya niyetlenmişler. Bırakalım da öyle sanmaya devam etsin gafiller. Ben isterim ki sana attıkları iftiranın da intikamını böyle alasın."
-Şimdi-
Firuze Hatun ve evladı İskender, şimşirlikte onları beklerken, Gülçiçek Kalfa belki de yapmaması gerekeni yapacaktı. Gecenin bir vakti Baş Haseki Simten Sultan'ın kapısını çaldı. Usulca içeri girdi Gülçiçek. "Sultanım, sultanım uyanın!" Simten hışımla doğruldu yatağından. İpek yorganını çekti üzerine, aniden. "Sen! Ne işin var burada? Evlatlarım nerde?" Gülçiçek Kalfa kıvranıyordu adeta. Birden bire döküldü ağzındakiler. "Valide Sultan, evlatlarınıza kıyacak. Sultan Selim Han bu gece Hakk'a yürüdüler. Lâkin sizden saklayacaklar. Evvela evlatlarınıza kıyacaklar, akabinde Firuze Hatunun oğlu İskender'i tahta çıkaracaklar. Yetişin!" Simten Haseki, sinirle yakasına yapıştı Gülçiçek Kalfa'nın. "Sen Valide Sultan'ın köpeği değil misin? Oyun oynayacaksınız demek?" diyerek yere savurdu hatunu. Derhâl içerideki odaya, evlatlarının başına gitti. Neyse ki küçük Sultan'ı ve Şehzadeleri mışıl mışıl uyuyordu. Ardından geri döndüğünde kapı ağalarının; Gülçiçek Kalfa'yı tuttuğunu gördü.
"Şimşirlikte saklıyorlar Firuze'yi ve oğlunu. Yetişin! Torunlarına kıyacak olan birine daha fazla hizmet edemem. Böyle bir caniliğe müsaade edemem Sultanım! Yetişin!" Simten derhâl içerde üzerine kaftanını geçirdi ve başına örtüsünü takıp ağaların yanına geldi. "Bu gafilin kellesini alın ve bir köşeye atın. Yıllardır hizmet ettiği sultanına ihanet eden bana mı etmeyecek? Sonra da kapıyı kilitleyin ve zinhâr içeri kimseyi almayın!"
Simten yanına Peyker Ağa'yı alıp dışarı çıktı. Zira o da onun eli koluydu adeta. Elleri titriyordu, nefesi kesiliyordu fakat yapmak zorundaydı. Evvela kimseye görünmeden şimşirliğe gitmeleri gerekiyordu. Peyker Ağa'nın elindeki iki hançerden birini kendi aldı ve ıssız koridorlarda adımladılar. Kendi evlatları için başka evlada kıyacaktı. Lâkin yapmak zorundaydı. Valide Sultan, şüphe çekmemesi için kapı dışına değil, içeri ağa göndermişti. Sessizce kapıyı açmalarıyla iki ağayı hançerlemeleri bir olmuştu. Peyker Ağa, Firuze Hatunu tutarken, Simten Sultan tekrar kapıyı kapatmıştı. Sonra var gücüyle Firuze'ye bir tokat attı.
"Seni hain köpek! Demek Valide Sultan ile bir olup benim evlatlarımın canına tekrar kast edecektin öyle mi? Şimdi sen bak! Evladının canını gözlerinin önünde alacağız!" Gözü dönmüştü Simten'in. Aklına kendi evlatları geliyordu ve konu onlar olduğunda onu kimse durduramazdı.
Firuze, rakibesine saldıracakken; Peyker Ağa sırtına bir hançer geçirdi. Ardından bir tane daha. Sonra perde üzerindeki urganı çıkarıp İskender'in boynuna doladı. Zirâ hanedan kanı akıtmak yasaktı. Ve o meşru olmasa da bir şehzadeydi. Firuze acı bir çığlık atmış, kalkmaya yeltenmişti. Lâkin oracıkta can vermişti.
Simten ellerini perdelere silerek temizledi. Ardından İskender'i kucağına aldı. "Peyker, onun kim olduğunu söyleme. Saklayacağız, vakti gelince de hâli vakti yerinde olan bir aileye evlatlık vereceğiz." Gözleri kararıyordu. İçten içe dua ediyordu. "Rabbim yapmak zorundaydım. Beni affet! Allah'ım sana sığınıyorum bana bir yol göster!"
Ardından baş rakibesinin dairesine ilerlerken koridordaki gölgeleri görüp saklandılar. Valide Sultan, Güvercin Ağa ve birkaç kişi daha şimşirliğe gidiyordu. Onlar geçtikten sonra hareme vardıklarında tiz bir çığlıkla ayaklandı herkes. "Alihan'ım! Oğlum! Arslanım! Hekim çağırın derhâl!" Görünen o ki; Valide Sultan bir cana daha kıymıştı. Gözlerini bile kırpmadan. Hoş, kendi evladına acımayan torununa acır mıydı? Fakat hepsi ne içindi, taht? İktidar? Güç?
Çok geçmeden anlaşılmıştı, Şehzade Alihan, babasıyla aynı gün göçüp gitmişti. Artık savaş başlamıştı. Simten hiç vakit kaybetmeden kendi dairesine koştu. Koştu, koştu... Sanki her adımında dairesi uzaklaşıyordu. Kapının önüne geldiğinde kapıdaki ağaların olmadığını görmesi uzun sürmedi. Kapı ardına kadar açıktı. Şehzade Üveys bir ağanın, Yahya ise başka bir Ağa'nın elindeydi. Şahbanu ise korkup perdelerin arkasına saklanmıştı.
"Bırakın evlatlarımı! Size emrediyorum!" Ağalar birbirlerine bakıp gülümserken daireye bir ses doldurdu. "Simten!" Tüm cariyeler taşlıktaydı. Gülnigâr Sultan ve Aynışah Sultan zaten kendi saraylarındaydı. Şimdi iki kadın karşı karşıya gelmişlerdi. "Demek geldiniz kıymetli Valide Sultan! Derhâl söyleyin evlatlarımı bıraksınlar. Zirâ onlardan başka tahta geçireceğiniz bir varis de yok! İskender'in yaşamasını istiyorsan evlatlarımı bırakacaksın!"
Valide Sultan bu acı gerçekle yüzleşmişti az evvel, İskender'e kıydılar sanmıştı. Lâkin geri adım atmaya da niyeti yoktu, zirâ İskender gelininin kucağındaydı. Gelini ona teslim olmalıydı. Fakat o sırada sırtında bir acı hissetti kudretli Valide. "Benim evladımı benden aldınız bu gece. Bende sizden; sizi alıyorum. Zirâ artık kudretli değilsiniz! Artık bir hiçsiniz. Tıpkı benim gibi!" Gevherhan Haseki, birkaç darbe daha indirdi kayınvalidesine. Ardından kendini harem balkonundan aşağı attı.
Bitmişti her şey. Simten Haseki, şehzadesi Yahya'yı tahta çıkartacak, lâkin tahtın güvenliği için şehzade Üveys'in şehzadelik ünvanı hariç her yetkisi elinden alınacaktı. Böylece şehzade Yahya evladı olmadan hayatını kaybetmediği sürece tahtta bir söz hakkı talep edemeyecekti ve aynı zamanda iki evladının da hayatını teminat altına alacaktı. İskender ise gerçekten meşru şehzade değildi, bu nedenle kimliği saklanarak oldukça varlıklı bir aileye evlatlık verildi.
-Birkaç Yıl Sonra-
Simten Haseki, kızları Şehsuvar, Şahbanu ve Hanzade ile birlikte küçük türbenin içine girdi. "Allah onu cennetiyle şereflendirsin. Şehsuvar, Hanzade sizin gerçekten muazzam bir valideniz vardı ve siz bana onun emanetisiniz. Validenizin yanında söz veriyorum ki; sizi zinhâr kendi evlatlarımdan ayırmayacağım." Sahiden de öyle yapmıştı Simten. Şehsuvar, Şahbanu ve Hanzade adeta üçüz gibiydi. Hiçbirini birbirinden ayırmıyordu. Gevherhan Haseki adına da bir çeşme, aş evi ve şifahane yaptırmıştı. Lalehan Sultan ise Aynışah Sultan'ın yanında yaşıyordu lâkin sık sık Topkapı sarayına kardeşlerini görmeye gidiyordu.
Kapanmıştı işte. Koskoca Valide Efruze Sultan'ın bile devri kapanmıştı. Lâkin hâlâ onu nefretle de anan vardı, rahmetle de. O bu devletin ikinci Kösem'iydi. Kendi evladını dahi gözden çıkarmıştı. Daha çok küçüktü bu saraya adım attığında. Sultan Murad'ın aşkıyla yeniden can bulmuştu. Şimdi evlatlarına kavuşacaktı, fakat onun yeri neresiydi? Cennet mi, cehennem mi? Aşkı için mi bu kadar can alıp, can vermişti yoksa güç için mi? İşte onu yalnızca kendisi bilebilirdi... Valide Simten Sultan ise kendine bir söz vermişti. Ne onun kadar zalim olacak, ne de evlatlarını gözden çıkaracaktı...
~SON~
EVET BİZİM İÇİN DE BİR SON GEREKLİYDİ. BUGÜNE KADAR TÜM DESTEĞİNİZ İÇİN HEPİNİZE TEKER TEKER ÇOK ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. UMARIM BEĞENİRSİNİZ. :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Fiksi Sejarah"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...