"Şehzade hazretleri!" Mercan Paşa; Şehzade Osman ile has bahçede karşılaştı ve onu durdurmak için seslendi. "Sizinle mühim bir konuda hasbihal etmek isterim." Şehzade Osman duraksayarak başıyla onayladı. Meraklanmıştı zira Paşa onunla pek sık sohbet etmezdi. "Sancak mevzusu için konuşmak isterim. Zirâ veliaht şehzade sizsiniz. Artık tecrübe edinmeniz icab eder."
Şehzade Osman bir iki adım geriledi. Bakışlarını yere çevirerek yutkundu. Doğru söylüyordu Paşa. Zira bir şehzade ne kadar erken sancağa giderse o kadar iyiydi. "Lâkin hünkârımız zinhâr müsaade etmezler. Henüz küçük olduğumu söylerler." Paşa elini Şehzadenin omzuna koydu. "Israr edin Şehzadem. Zirâ hünkârımız sizin kararlılığınız karşısında iknâ olacaktır elbet. Hem atanız Sultan Mehmed Han sizin yaşlarınızda çıktı sancağa."
Şehzade Osman babasının dairesine gitmek için saraya girdi. Lala haklıydı, babasına cengâver bir Şehzade olduğunu kanıtlamasının vakti gelmiş hatta geçiyordu. "Hünkârımıza geldiğimi haber verin." O sırada daireden çıkan Efruze Haseki ile karşılaştı. Pek saygılıydı Osman. Başıyla selam verdi baş düşmanına. "Sultanım, nasılsınız?" Efruze baştan aşağı süzdü üvey oğlunu. Baş selamı verdi, yalandan bir gülümsemeyle. "Sağolun Şehzade hazretleri. Gayet iyiyim. Siz nasılsınız?" Osman teşekkür ederek babasının huzura çıktı.
Sultan Murad, masasının başında haritasını inceliyordu. Öyle ya, yakında sefer vardı. Kuzey'e; Linphoder'e gidecekti. Kılıcını düşmanın tam kalbine saplayacaktı ve orayı da Osmanlı mülkü yapmadan gelmeyecekti.
Evvela eğildi sonra da elini öptü babasının. Birlikte terasa yürüdüler. "Hünkârım, ben sancağa çıkmak istiyorum." Birden söyleyiverdi Şehzade. Murad kaşlarını çatarak baktı ona. "Nereden icab etti? Sen bilmez misin ki benim kararım katidir. Vaktinden önce sancağa çıkmanıza müsaadem yoktur." Şehzade Osman derin bir nefes aldı. "Ben artık çocuk değilim baba. Sancak yönetebilecek kadar büyüdüm. Hem rahmetli hünkârımız Sultan Mehmed Han benim yaşımdaydı sancağa çıktığında." Sultan Murad'ın boynundaki damar belirginleşmeye başlamıştı. Kaşları iyice çatılmış, yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Bu ne cürret! Derhâl yıkıl karşımdan bir daha da zinhâr bu vaziyette gelme karşıma. Yıkıl!" Şehzade Osman dolan gözlerini eğerek çıktı daireden. Öfkeliydi. Babası ona güvenmiyordu bundan mütevellit de kırılmıştı. Ama gösterecekti herkese, nasıl Şehzade olunurmuş herkes görecekti.
***
"Nereden geldin sen?" Efruze Haseki, karşısında hatunu inceliyordu. Daha on iki yaşına yeni girmişti. "Hırvatım ben. Asıl ismim Zora." Ayağa kalkarak yüzünü inceledi. "Bana biat ettikçe seni ihya edeceğimden şüphen olmasın hatun." Zora çimen yeşili gözlerini karşısındaki kadının üzerinde gezdirdi. "Neden ben Sultanım? Henüz yaşım küçük size nasıl yardım edebilirim? Üstelik bir sürü hizmetkârınız ve neferiniz var." Şaşkınlıkla gülümsedi Efruze. Hayran kalmıştı hatuna. Kendiyle gurur duymadan edemedi, böyle bir hatunu fark ettiği için."Akıllı hatunsun vesselam. Seni büyüteceğiz hatun. Lâkin evvela ismin değişecek. Fehime... Vakti geldiğinde çok önemli bir görevin olacak. Lâkin şimdi Mahpeyker Sultan'ın seni fark etmesini sağla." Gerildiğini hissetti Fehime. Öyle ya, birilerinin maşası olacaktı belki de. "Onun hizmetinde mi bulunmamı istiyorsunuz?" Yerine kuruldu Efruze. Kahvesinden bir yudum aldı.
"Gülçiçek Kalfa sana her şeyi teferruatıyla anlatacak endişe etme. Lâkin evet, evvela onun hizmetine gireceksin. Şehzade Osman'ın haremine göndermeli seni. İşte o vakit başlayacak görevin hatun. Senden zor bir şey istemiyoruz, yalnızca Şehzade sancağa çıktıktan sonra, orada neler olup bittiğini anlatacaksın bana."
Gülçiçek Kalfa'ya başıyla işaret ettiğinde herkes daireden ayrıldı.
Güvercin Ağa girdi daireye apar topar. "Sultanım bağışlayın lâkin önemli." Efruze kaşlarını çatarak baktı ağaya. "Yine ne oldu Güvercin?" İki adım daha yaklaştı. "Mahfer Hatun yine halvete hazırlanıyormuş."
Bıkkınlıkla nefes verdi Efruze. "Yemeğine koyduğumuz ilaçlar tesir ediyor belli ki, gebe kalmadı. Onun icabına hünkârımız sefere gidince bakacağız elbet. Unutmuş değilim. Sen söyle hamamı hazırlasınlar."
*5 Ay Sonra*
Sultan Murad sonunda evladının sancağa çıkmasına müsaade vermişti lâkin araları hiç iyi değildi. Manisa sancağına bilerek atamış, kendisinin haklı olduğunu göstermek istemişti. Şimdi haremde herkes Mahpeyker Sultan'ı ve Şehzade Osman'ı bekliyordu. Kaya Sultan kardeşi Kasım için sarayda kalacaktı. Tabii olan biten her şeyi anlatmak için.
Koyu renkli kaftanını giydi Efruze Haseki. Başında büyük Baş Haseki tacı vardı. Boynunu göz kamaştıran zümrüt gerdanlık süslüyordu. Hareme indiğinde herkes birbiriyle selamlaşıyordu. "Gülçiçek, dağıtmaya başlayın artık. Bunu görmesini istiyorum."
Az sonra haremdeki tüm cariyelere kavrulmuş bademli helvalar dağıtıldı. Tabaklar Mahpeyker Sultan'ın önüne de gelmişti elbet. Efruze, elindeki helva tabağıyla selam verdi rakibesine. "Buyur sen de ye, Sultanım. Ağzınız tatlansın."
Valide Sultan dairesindeyken cariyeleri tepsiyle getirdi helvayı. "Efruze Sultan size de gönderilmesini buyurdular Sultanım." İnşirah Sultan hiddetle ayaklandı. "Osman'ım için yaptırmış. Görüyorsunuz değil mi Validem? Aklı sıra kıyacağım Şehzadeye diyor. Bu ne hadsizlik? Bu ne kendini bilmezlik?"
Mahpeyker sinirle buruşturdu yüzünü. "Dikkat et Efruze. O helva boğazında kalmasın. Yoksa ömür billah nasib olmaz sana Manisa'yı görmek. Hadi selametle."
Herkes haremden ayrıldığında Valide Sultan, gelinini dairesine emretti. "Validem beni istemişsiniz?" Müzeyyen Valide herkesi daireden kovduktan sonra gelininin karşısına dikildi. "Sen kendini ne sanarsın böyle Efruze? Nereden geldiğini unutup da torunlarımı anasız koma." Efruze Haseki gülümseyerek yere çevirdi bakışlarını. "Torunlarınızı ne çok sevdiğiniz iyi bilirim Validem. Lâkin merak buyurmayın. Onlar anasız kalmayacak. Zirâ bana bir şey olsa bile -ki bunu kimse beceremez, onlar da yaşayamazlar. Neden biliyor musunuz? Zirâ evlatlarım bana aşkla bağlı. Tıpkı babaları gibi."
Eğilerek çıktı daireden Efruze. Dairesindeki sedirine otururken Gülçiçek Kalfa ile konuşuyordu. "Fehime Hatun başardı, nihayet Mahpeyker onu hikayesine aldı. Şimdi sıra bizde. Şehzade hakkında bir şeyler yapmamız icab eder bu vakitten itibaren. Lâkin acele etmeden, ince eleyip sık dokumak gerek. Öyle ya, veliaht şehzadeyi yok etmek öyle kolay olmayacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Historical Fiction"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...