Şehzade Mehmet'in toprağa verilmesi üzerinden yedi ay geçmişti. Efruze Haseki, şişmiş karnını okşayarak, dairesinde evlatlarıyla meşgul oluyordu.
"Validem, kardeşlerim bizi görüyor değil mi? Ben hep dua ediyorum onlar için." Yüreği cız etti Efruze'nin. Gözünden iki damla yaş aktı, biri Mehmet diğeri Ahmet için. Selim'in yüzünü okşadı. "Elbette şehzadem. Kardeşleriniz sizleri her daim izliyor ve sizi çok seviyorlar."
Sözünü bitirdiği anda suyu geldi Haseki Sultanın. Nihayet doğum başlamıştı. Sultan Murad dairesinde hasodabaşı Yakup Ağa ile konuşuyordu. Şehzadelik zamanlarından beri arkadaşlardı.
"Allah bana bir evlat daha nasib edecek sonunda, Yakup."
Doğum bitmişti. Lâkin hayli zor bir doğum olmuştu. Sultan Murad haberi alır almaz, Hasekisinin dairesine koştu. "Hünkârım, Efruze Sultan nur topu gibi bir şehzade doğurdular."
Sultan Murad, oğlunu kucağına alarak, ezan okudu. "Senin adın Cihangir, senin adın Cihangir, senin adın Cihangir."
Şehzade Cihangir, ilaç gibi gelmişti hanedana. Herkesin yüzü tekrar gülmeye başlamış, acıları biraz olsun dinmişti. Bu haberden mutsuz olan ise Mahpeyker Sultan'dı.
"Yılan, yine şehzade doğurdu. Yetmezmiş gibi Yusuf Paşa ve Enver Paşa ile de kızlarını nikahlamış."
Edadil Kalfa, Sultanına kaynattığı papatya çayını uzattı. "Rahatlarsınız Sultanım. Bu nasıl bir analıktır? Onlar çok küçük." Tek kaşını kaldırıp nedimesine baktı Mahpeyker. "Onun derdi hüküm sürmek Edadil. Analık değil. Hünkârımı da avucunun içine aldı."
Efruze Haseki dairesinde yeni doğan şehzadesini emziriyordu. "Allah yüzünüze baktı Sultanım. Çok şükür bir evladınız daha oldu." Gözleri dolu doluydu Efruze'nin. "Mehmed'im. Onun acısını dindirebilecek hiçbir şey yok Gülçiçek. Mümkün değil, lâkin artık evlatlarım için daha fazla savaşacağım. Bu savaşta bana destek olacak mısın?" Gülçiçek derhâl yere eğilip etek öptü. "Canım yolunuza feda Sultanım."
Bebeğini beşiğine yatırıp her şeyden habersiz kızlarının yanına oturdu. Birlikte oyun oynuyor, gülüşüyorlardı. İkisinin saçlarını öpüp kokladı. "Affedin beni kızlarım. Lâkin şüphesiz büyüyünce beni anlayacak ve hak vereceksiniz."
***
Valide Müzeyyen Sultan dairesinde İnşirah Sultan ile konuşuyordu. "Bu nasıl bir acı İnşirah? Önce evladımı sonra torunlarımı toprağa verdim." İnşirah Sultan, validesine sarıldı. "Yıpratmayın kendinizi validem. Bizim size ihtiyacımız var. Allah sizi başımızdan eksik etmesin." Güvercin Ağa daireye koşarak girdi. "Validem, İnşirah Sultanım... Salih Paşa... Hünkârımızın emriyle, rüşvet almak ve haraç kesmek sebebiyle idam edildiler."Bu işte elbette Efruze Haseki'nin ve yandaş Paşaların parmağı vardı. İnşirah Sultan olduğu yere bayıldı. Kızı Gevherhan artık babasız kalmıştı. Bu felaketler ardı ardına sıralanıyor fakat kimse karşısında duramıyordu.
Daireye hekimler dolmuş, İnşirah Sultan'ı iyileştirmeye çalışıyorlardı. İnşirah Sultan, toparlandıktan sonra, ağabeyinin dairesine gitti. Yüzü ruh gibi olmuş, sevgili kocasının acısı yüreğine oturmuştu. Has odanın kapıları ardına kadar açıldığında içeri girdi.
"Bunu nasıl yaptınız? Nasıl itibar ettiniz bu mesnetsiz iftiralara? Kardeşinizi dul, yeğeninizi yetim eylediniz." Sultan Murad, kardeşine sarılmaya yeltendiyse de İnşirah Sultan geri çekildi. "Siz benim hünkârımsınız lâkin artık ağabeyim değilsiniz. Bu hayatta en kıymet verdiğim sizdiniz. Rahmetli babamızdan dahi çok severdim sizi. Her daim dua ederdim Allah keder göstermesin diye. Lâkin görüyorum ki siz bana bunu reva gördünüz. Allah'tan dilerim ki bu verdiğiniz tek yanlış karar olur."
İnşirah Sultan eğilerek çekildi huzurdan. Zirâ artık kalamazdı bu sarayda. Dar geliyordu, duvarları onu boğuyordu. Bu kubbe daha da kana bulanıyordu. Az sonra Efruze Haseki ile karşılaştıklarında ellerini yumruk yaptı.
"Nihayet emeline kavuştun. Paşanın kanına girdin. Taht da kudret de kuvvet de senin olsun hatun. Lâkin bir gün öyle bir fırtına esecek ki, feleğini şaşıracaksın. Bu da sana İnşirah Sultan yeminidir." Efruze Haseki sinirle dudaklarını büzdü. "Sizi anlıyorum lâkin benim bir kabahatim yok. Zirâ Paşa'nın idam emrini ben vermedim. Hesap soracaksanız hünkârımıza gidin. İlâveten, ben her fırtınayı esip geçen bir rüzgâra çevirmesini iyi bilirim Sultanım. Neden biliyor musunuz? Çünkü hünkârımızın kalbinde yalnızca bana yer var ve öyle kalacak, hiç şüpheniz olmasın."
İkisi de oradan uzaklaştığında, Efruze Haseki has odaya ilerledi. İçeri girer girmez kavuştu iki aşık birbirine. Uzun uzun sarıldılar. "Hünkârım, zinhâr üzülme. Sultanımız sizi anlayacaktır. Şimdilik acısı pek taze." Sultan Murad hasekisini başıyla onayladı. Birlikte terasa çıktıklarında sofra çoktan hazırdı.
***
Mahpeyker Haseki dairesinde evlatlarıyla ilgileniyordu. Lâkin aklında türlü hinlik dönüyordu ki; Edadil'i işitmemişti. "Sultan'ım?" Birden irkildi kızıl Haseki. "Aklınızda ne var?" Mahpeyker başını kaldırdı parmağındaki yüzükle oynamaya başladı. "Bu kez dikkatli olmak icab eder Edadil. Sabırlı olup, bekleyeceğiz. İnce eleyip sık dokuyacağız ki; bu Rum yılanından kurtulalım. Vakti geldiğinde öğreneceksin sen de."***
Valide Sultan ise epey üzülmüştü kızına. Öyle ya, gencecik yaşında dul kalmıştı evladı. "Efruze" diye geçirdi içinden. Allah biliyor ya, torunlarının anası olmasa bir kaşık suda boğardı onu. Rahmetli kızının seçtiği bir hatun vardı. Sahi neydi adı? Hah, Şefkefza. Alımlı ve güzeldi. Tekrar girmeliydi hünkâr oğlunun koynuna. Öyle ya, rakibeler lazımdı. Lazımdı lâkin nasıl olacaktı? Bu Rum Haseki oğlunu bir an olsun bırakmıyordu. Lâkin hayız gününü beklemeliydi. Neticede bu durumda has odaya girse dahi halvet olamazdı.Dairesine Şefkefza hatunu çağırttı Valide. Gerçi evvelden görmüştü zaten hatunu lâkin şimdi tekrar görmesi icab ederdi. Az sonra daireye girdi Şefkefza. Güzeldi, fevkalade güzeldi. Şüphesi yoktu, evladı da bu hatunu en azında bir kez olsun koynuna alacaktı. Eğer hatun şanslıysa gebe kalacaktı. Şimdiden emir verdi Valide. Hatuna Fatma Ana eli otu kaynattırdı. Her gün içecekti bunu halvet gecesine kadar. Ve hatunu bizzat eğitecekti Valide. Namzeti Mahpeyker'di lâkin o beceremiyordu has odaya girmeyi. Bu yüzden yeni gözdesi oldu bu hatun. Şefkefza...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Historical Fiction"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...