5 Yıl Sonra...
Efruze Haseki dairesinde oturmuş Manisa Sarayından gelen mektubu okuyordu. Kardeşi Renginar Sultan üçüncü evladını kucağına almıştı. Fehime Sultan bir daha hiç gebe kalmamıştı, Hoşkadem Sultan ise bir şehzade doğurmuştu. Renginar ilk şehzadesinden sonra, bir kız doğurmuştu fakat üçüncü evladı da erkekti. Nihâyetinde Şehzade Osman'ın artık altı evladı vardı.
"Sultanım, kıyafetiniz ve arabanız hazır." Gülçiçek Kalfa, Baş Haseki'nin dışlığını getirmişti. Arabaya bindikten sonra karnına kramplar girdi Efruze'nin. Dört evladını kaybetmiş bir anneydi artık. Evvela Mehmed'ine kıydılar, sonra Cihangir, Mahmut ve Atike iki sene evvel cihânın gördüğü en soğuk kışta hasta olmuşlardı. Zirâ Şehzade Cihangir, kardeşi Mahmut'a pek düşkündü. Küçük kardeşi hastayken başından bir an olsun ayrılmadığı için o da hastalığın pençesinde düşmüştü. Atike Sultan'a ise badem dokunuyordu lâkin pek severdi küçük Sultan bademi. Kimse yanında yokken avuç avuç yemişti onlardan... Dört bir yandan gelen hekimler çare bulamamışlardı şehzadelere ve sultana. Türbelerini ziyaret edecekti Efruze. Üç evladını ardı ardına kaybedince kalan evlatlarına daha bir düşkün olmuştu. Bundan mütevvellit kimseyle münakaşa da etmek istemiyordu.
Türbenin önüne yanaştı araba. İndi ve tübeye korkak adımlarla ilerledi. Ayakları geri geri gidiyordu adeta. Evvela Mehmed'ine gitti. Sandukasına sarıldı. Sonra Ahmet... Küçük Şehzade için de dua etti ve sandukasını öptü. Sonra Şehzade Orhan, Cihangir, Kasım, Mahmut ve Atike. Allah hep en sevdiğinle sınar demişlerdi ona. Öyle ya, önce Mehmet'i çok sevmişti, sonra Cihangir ona yeniden hayat verdiği için çok sevmişti. Mahmut onun küçük arslanıydı hep gözünün önünde tutardı. Ah bir de Atike vardı. Biricik kızı. Ay parçaşı Sultanı. Aslında kimse bilmese de Allah biliyordu ya en çok Atike için canı yanmıştı. En düşkün olduğu evlatlarını kaybetmişti sahidende.
Onlar öldükten sonra ellerini şöminenin içine daldırmış fakat cayır cayır yanan alevler bile canını yakmamıştı. Türbe ziyaretinden sonra saraya döndü yeniden. Şehzade Selim için cariyeler seçecekti bugün. Haremde cariyelere göz atıyordu ki o sırada Gülnigâr Sultan geldi hareme. Gülnigâr Sultan ile hâlâ geçinemiyorlardı lâkin münakaşa da etmiyorlardı. Evlatlarını kaybettikten sonra Valide Sultan da dahil herkes onunla uğraşmayı bırakmıştı. "Hayrola Efruze? Yine Şehzade Osman için mi cariye bakıyorsun?" Tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdi görümcesine. "Şehzadem Selim için. Zirâ artık vakti geldi. Kendisi 17 yaşında yiğit bir şehzade." Gülnigâr Sultan bir hatunun önünde durdu. "Bu hatun pek güzelmiş. Bence Şehzademiz pek beğenir." "Tavsiyeleriniz pek değerli Sultanım. Dikkâte alacağım." Gülnihâr Sultan gittikten sonra önündeki cariyeye baktı. Kahverengi gözlü, beyaz tenli, siyah saçlı hafif balık etli ve uzun boylu bir cariyeydi. "Adın ne senin hatun?" "Dimitra Sultanım." Sonra Gülçiçek Kalfa'ya bu hatunu almasını söyledi. Sıranın en sonundaki cariyeye çarptı gözü. "Nelere kabiliyetin var?" Masmavi gözlüydü bu cariye. Kumral düz saçlı, okka burunlu ve hafif yanık tenliydi. "Keman çalarım Sultanım. İlâveten sesim güzeldir, şarkı söylerim." "Adın ne peki?" "Lora Sultanım."
Cariyeleri seçtikten sonra Enver Paşa ile görüşmeye gitti güzel Haseki. "Paşam, sizinle mühim bir mevzuda konuşmak isterim." El pençe duruyordu Enver Paşa. "Buyurun Sultan'ım." Yerine kuruldu Efruze. "Bir vakitler kızım Atike'mle akdi nikâhınız eylenmişti. Lâkin artık böyle bir şey söz konusu değil. Yıllar içinde gördüm ki sadakatiniz kızımla evlendiğiniz için değil. Buna güvenerek sizden bir isteğim olacak." Paşa can kulağıyla dinliyordu. Bir yandan da çok heyecanlıydı zirâ kalbi dur durak bilmeden atıyordu. Karşısında ona imkânsız bir kadın vardı senelerdir bu yangın onu küle çevirmişti kimseye fark ettirmeden. Efruze Haseki de bilmiyordu gerçi bilse kellesini isterdi. "Gülnigâr Sultan ile evlenmenizi istiyorum Paşam. Mercan Paşa gibi sanki onların tarafında olduğunuzu düşünecekler. Böylece Valide Sultan'ın da planlarına hâkim olacağız." Paşa anlayamamıştı. "Peki neden İnşirah Sultan değil?" Gülümsedi Efruze. Paşa'nın kalbi erişmişti adeta. Kıskanıyordu Sultan Murad'ı hem de çok. Canını verirdi Haseki'nin tek bir saç teline. "Zirâ İnşirah Sultan yalnızca kendisi ve kızı Gevherhan ile meşgul. Bu işimize yaramaz da ondan."
Görüşme bittikten sonra Murad'ı ziyaret etti Efruze. "Yeni bir sefer kararı aldığını işittim. Doğru mu?" Murad karısının elini öptü ve sarıldı. "Doğrudur. Bu sefer doğuya gideceğiz. Var mıdır tavsiyen?" Çalışma masasına yaklaştı Efruze. "Bence hilâl taktiğinden şaşmayın derim. Düşmanınız zayıf lâkin kalabalık. Solaridas Kalesi pek mühim bir kaledir riske atmamak icâb eder. Gerçi sizin hiçbir seferden mağlûp döndüğünüz görülmedi." Murad ikisi için birer kadeh şarap doldurdu. "Peki sizin yokluğunuzda sarayda kim kalacak?" "Şehzadem Mustafa. Zirâ Selim benimle sefere gelecek." Huzursuzlandı Efruze. "Peki Osman?" Sultan Murad'ın güveni kırılmıştı Osman'a karşı. Zirâ İran Şahı ile olan gereksiz samimi mektupları eline ulaşmıştı. Gerçi bu mektuplar bire bin katılmıştı lâkin Sultan Murad'ın hiç hoşuna gitmemişti. "Biz yola revan olurken Şehzade Osman da Kütahya sancağına gidecek. Zirâ Selim Manisa sancağına çıkacak." Pek memnun olmuştu Baş Haseki. Nihâyet oğullarından biri Manisa sancağına tayin edilmişti. "Lâkin Murad, arkanı dönme Osman'a. O sana zinhâr isyan etmez sana pek düşkündür. Böyle hatalar yapabilir validesi olarak bu hataları önlemek Mahpeyker'e düşüyor. Hoş o da kendini Valide Sultan ilân etmiş, yeni vakfı sayesinde de pek çok ahaliyi kendi tarafına çekmiş diyorlar."
Sultan Murad'ın kaşları çatıldı. "Ne vakfı? Benim neden haberim yok?" Efruze şüphe tohumlarını bir bir ekiyordu Sultan Murad'ın kalbine. Şimdi yalnızca onların filizlenip ağaç olmasını beklemek kalmıştı. "Murad, Hasekin fırsat bulamamıştır demek isterdim. Vallahi haberin olmadığını bilmiyordum. Epeydir faaliyet hâlinde. Şehzade Osman için tahtın yegâne varisi diyormuş. Şehzade Osman'ı isyâna sürüklemesinden korkuyorum." Daha sonra konuyu değiştirdiler. "Gülnigâr Sultan pek mutsuz." Murad şarabından bir yudum aldı. "Neden?" Efruze biraz daha sokuldu kocasına. Başını omzuna koydu. "Nicedir bekâr. Gençliği solup gitmeden hanesinde huzur bulmak istiyor. Biliyorsun Enver Paşa da aynı durumdan muzdarip. Ben diyorum ki kardeşiniz için pek hayırlı bir evlilik olacak." Sultan Murad başını salladı. "Lâkin evvela Gülnigâr ile konuşmak icâb eder." Efruze boşalan kadehi doldurdu. "Hünkârımız en iyisini bilirler elbet, lâkin Efruze kulunuza da kulak verin. Gülnigâr Sultan evlenmek istediğini kendi ağzıyla imâ ettiler lâkin siz hem kendisinin ağabeyi hem de hünkârısınız. Size nasıl açık açık söyleyebilir? Bir Sultan'a yakışır mı?" Sultan Murad'ın aklına yatmıştı bu. Yarın kararı tebliğ edecekti.
Ertesi gün Efruze Dimitra hatunu dairesine çağırttı. Terasında hatunu bekliyordu. "Seni mühim bir görev bekliyor hatun. Gözlerindeki ışığı gördüm, bu görevi layıkıyla yerine getireceğinden şüphem yok. Sana teferruatlı bir mâlumat verilecek lâkin senden istediğim mütemadiyen bana haber vereceksin. Şehzade Selim nerede ne yapıyor, ahalinin durumu hakkında her şeyi bilmek istiyorum. Belli akıllı hatunsun. Akıllı insanları severim lâkin o akıl bana hizmet ediyorsa. Beni anladığını biliyorum. Şimdi çekilebilirsin kimseye tek kelime etmek yok."
Sultan Murad sahidende Gülnigâr Sultan ile Enver Paşa'nın evlenmesi hususunda karar vermişti. Sefer öncesinde nişan, sefer sonrasında da düğün olacaktı. Lâkin Gülnigâr Sultan pek memnun olmamıştı. Sefer sonrasına kadar Sultan Murad'ı vazgeçirmek için her yolu deneyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Devr-i Kadim
Historical Fiction"Bu saray ki; cennettir canını feda edene. Bu saray ki; cehennemdir kendini akıllı sanana." Böyle demişlerdi ona. Artık önünde iki yol vardı; ya ölecek ya öldürecek. Ya yok olacak ya yok edecek... Nasya olarak doğmuştu. Kim bilebilirdi ki köylü kız...