Ego Yaraları/Yağmurlu Kumlar

159 176 11
                                    

    Oylamadan geçmeyiniz, iyi okumalar dilerim**

Kahkahasının sesi bahçeyi kafese çeviriyordu.  ''Yoksa kaçıyor musunuz?''  Elindeki bir kaç yudum bıraktığı şişeyi önümüzde salladı. Abimin gözleri benimkileri buldu, bu bakışı biliyordum.

Babam sersemleyerek abime doğru yürürken abim gözlerini sıkıca yumdu bir süre, açtı dolu gözlerle. ''Onu bu halde bırakamam.'' Uzaklaştırılan ben olmuştum yine, ona sonra babama baktım. Onun korkusu geçmeyecekti. Elinde tuttuğu valizi yere bırakırken tekrar kafese hapsetti onu babam. Kendimi çıkmış sayıyordum, vazgeçemezdim. Onu çıkarabilecek güçte olduğumu biliyordum ama açık kafesten çıkamayan kuş gibi davranıyordu. Onun koluna girdiğini gördüm, arkamı dönüp yürümeye başladım, anahtarı elime tutuşturdu ve tekrar ona destek oldu. Sürücü koltuğuna otururken çantamı yanımdaki koltuğa attım.

Anahtarı çevirdim, araba çalışırken vakit kaybetmeden uzaklaşmak istiyordum.

Başını yerden kaldırmadan kapıdan içeri girdi,  sinirle direksiyonu sıkarken gaza bastırdım ayağımı, araba ilerlerken bu sokaktan uzaklaştım.

Arabanın arkasından havlayan köpekler, korna sesleri, kaldırımın kenarında bekleyen insanlar...

İnsanların içinde, özlem; gözlerinde öfke, çeşitli duygular. Duyuların paha biçemediği tenler, tenleri sarmalamış duyularla koşuyorlardı.

*

  Uzak sayılmazdı yenim eskime, arabayı park ederken yüzünü görmeyeli bir haftayı aşmış komşumu fark ettim bahçenin içinde, çiçekleri koparıyordu.

Arabanın kapısını kapatırken kilitleyip anahtarı cebime koydum, ona doğru yaklaştım usulca, korkutmak istemiyordum. Çiçekleri yolmaya avuçları içinde ezip tutmaya devam etti, avuçlarının içi bu kadar çiçeği tutabilecek kadar büyük değildi oysa. 

''Açelya?'' seslendim ona fakat oralı olmuyordu, sağına geçtiğimde telefonuna bağlı olmayan kulaklıkları taktığını görünce kaşlarımı çattım. Deli miydi?

Elindeki buruşmuş yapraklı beyaz çiçekleri serbest bırakırken çiçekler yavaş yavaş düştü çimenlerin üzerine. Fazla yeşillik sayılmazdı yine renk katmaya  çalışmıştım onları dikerken. Ellerini korkakça kendisine çekerken gözlerini büyüttü, kaşları yay gibi, yüzü ise buğday teninde kızarıklıklar bırakıyordu. Saçlarını uzun zaman sonra açmış, görünüşe göre makyaj yapmıştı. Geriye doğru bir adım attı, şaşkınlığına anlam veremiyordum, belki de utançtı. 

''Çiçekler solmuş, o yüzden...'' Dudaklarımı birbirine bastırırken ayakkabılarının üzerindeki, çimenlerdeki çiçek kalıntılarına baktım, solmadıkları belliydi. Başını yukarı aşağı sallarken yüzüme gülümsemeye yerleştirdim ama bu gülümseme baş sağlığı dileyen birinin gülümsemesi gibiydi. Fazla uzun zaman geçmedi, ''Ahu Teyze için gittiğini duydum hastaymış biraz, daha iyi mi?'' diye sordu Açelya, iyi. Gözlerindeki parlaklığı bitirmek istemiyordum, biter diye korkutmuştu aksine, yağmurları toplamış gibiydi. Yerdeki çiçeklere ilişti gözlerim sadece birkaç saniye. ''Evet, çok daha iyi.'' dedim gözlerimi ondan kaçırırken, eliyle kolumu sıvazladı, ''Geçmiş olsun dediğimi söyle olur mu bir daha gittiğinde?''  Hareket etmek daha zordu, kolumdaki elinden destek bekliyordum. Uzun tutmadı desteğini, esirgedi beni yağmurlarından. Sersemledi kalbim, acısını yaşadı annemin.

Açelya takmayı unuttuğu, ya da takmadığı, kulaklıklarını kulaklarından çıkarıp eliyle katladı, apartmanın önüne doğru bana öncülük etti. Büyük değil, beş katlı bir binaydı ikisi boş olan. Apartmanın içinde yürürken panoya asılmış duyurularda gözlerimi gezdirdim, içini, dışını duvar resimleriyle kirletmişlerdi betonların. Ruhları tutmuyordu artık duvarlar, sanatla süslenmişti; annemin sanatı ise hapsediyordu, kirletiyordu, iblisleri topluyordu evimize. Sanatlar sanat doğuramazdı ve o yeteneğini kendisinde harcamıştı, fırçasıyla lanetlenmişti.

EGO YARALARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin