Ego Yaraları/Beyaz Haplar

243 211 18
                                    



Omuzlarını silkerken uyanmasını sağlamaya çalışıyordum. Araf her zaman en korkuncu olmuştur. Bu çocuk arafın ta kendisiydi belli ki. Ellerimi bedeninden çektiğimde soğuk bir ateş yaktı ellerimi. Geriye kalan soğuk küllerini ellerime bulaştırdı.

  Gözleri henüz açılmamış, arafında kaybolmuş, acı içinde görünüyordu. Bükülü dizlerimi yanına yaklaştırdım. ''Bırakma.'' yabancı hislerin içinden tanıdık bir suretle yalvarıyordu dudakları. Ağlıyor, sessiz sessiz. Dudaklarımı birbirine bastırdım başımı ondan başka yerlere çevirirken. Ambulansın içindeki kaosta kayboldum. Herkes tanıdık bedenlere yabancı gibi davranıyordu. ''Uygar...'' Kadını görmem uzun sürmemişti. Kalabalık yüzünü kapatıyordu, beyaz bacaklarını görebiliyordum yalnızca. Gözlerimi yumdum, bakmaya dayanamadığım o beden özel birine aitti. Burnumda hissettiğim ağırlık, yanma ile bedenim onu anlamak için kendini yakıyordu. Tanıdık sesle gözlerimi açtım, ''Helen sen git ben ilgilenirim.'' Ona bakamıyordum.

  Uygar'ın yüzü acıyla tekrar bambaşka birine dönüşürken çektiğim elimi külleriyle buluşturdu. ''Kal.'' Gözlerini açtı, güneş gözlerine vuruyordu, kahverenginin rengi açılırken yaşlarıyla doğruldum. Emir elimi Uygar'ın avuçları arasından çekerken Uygar'ın kolunu omzunun üzerinden geçirdi. O, herhangi birinin yaslanabileceği bir duvar, arkadaş değildi. İzin almadan onu yattığı zeminden kaldırırken Uygar'ın savruluşunu izledim. Belli belirsiz adımlar atıyordu, Emir işini kolaylaştırmaya çalışmıyordu bile.

  İki adamın yanına götürdüğünde yaşlı olan onu kolları arasına aldı. Çisem Uygar'ın yanına yavaş yavaş ilerlerken adamlardan diğeri Emir'le konuşuyordu. Ayağı kalktım, arkamı döndüm. Evin etrafını çevreleyen kalabalığın arasından sıyrılırken bunu yapmak, içeriye girmekten daha zordu.

Çisem'in arabasının önünde gelmesini bekliyordum. Sadece bir telefon çağrısında verilen haber bizi buraya getirmişti. Her şeyin güzel gideceğine inanmazdım. Bu kadar kötü gitmesi ise tanrının mı planıydı, bizim mi aptallığımız?

Daha önce bu kadar donuk hissetmemişti ruhum. Kalabalıkta bile yalnız hissetmeye benziyordu bu his. İçimden koparmak istiyordum. Çisem yanıma vardığında ağladığı belli gözlerle baktı bana. ''Beni gönderdi Uraz.'' Başımı salladım, kimse konuşmak istemiyordu buna rağmen herkesin konuşmaya ihtiyacı vardı. ''Uygar adını sayıklıyordu.'' Yeşile çalan gözleri göz göze geldiğimizde kaçıyordu. ''Tuhaf.'' susmaya devam ettim, herhangi bir şey söylemem gerekmiyordu.

Evimden, bu evden, uzaklaşmak istiyordum. ''Hayat çok kısa.'' Çisem'e baktım gözlerimi aynı gri kaldırım taşından ayırarak. ''Öyle.'' Tatsız konuşmayı bitirmek adına yaslandığım arabasından doğruldum. ''Ben gidiyorum.'' Kaşlarını çattı, ''Nereye?'' diye sordu boğuk bir sesle. Çisem değil, Emir. Omzumun üzerinden ona baktım. Susarak ilerlemeye devam ettim. Konuşmaya ihtiyacı olan kişinin kendim olduğuna karar verdim. Yalnızca, sadece ben değildim.

Ellerimi ceplerime yerleştirirken ısınamadım. Dokunduğu yeler hâlâ soğuktu. Parmak uçlarım titriyordu, yalnızca kendim gitmiyordum. Peşimden sürüklediğim insanlar vardı. En çok bundan uzaklaşıp gitmek istiyordum. Kendi ayak seslerimden fazlası geliyordu peşimden, durdum. ''Emir, arkadaşının yanında dur, onu da kaybetmek istemezsin.'' ilerlemeye çalışırken sürekli geri adım attırıyordu bana. ''Seni kaybetmedim, yanlış anlaşılmalar oldu.'' Ağzım şaşkınlıkla aralanırken şaşırdığım şeyin alışılmış olduğunu hatırlayıp usulca birleştirdim dudaklarımı. ''Yanlışlık sensin Emir.'' Umursadığı şeyler, uğruna kendini feda edebileceği şeyler kendisiydi. Kendisi, onu yöneten şeytanı, içinde boğulduğu egosu. Onun zaafı kendisiydi, benimkisi o olmaktan çıkmıştı.

*

Sokaklar saat ilerledikçe dolmaya devam ediyordu. Çarpıştığım, her şeyi yok sayan altıncı insandı bu. Ölü acısıyla yere yığılmış, ölünün huzuruna kavuşamamış genç adama,seyirci kalan on iki şeytanın altılısıydı onlar. Hava turunculuğunu kaybetmiş maviliğine geri dönmüştü. Bulutlar oldukça siyah, güneşi yiyip yutmuş gibiydi. İğne gibi çiseliyordu yağmur. Değdiği her yerim, ceketime değenler bile hissetmiş gibi, acıyla bütünleşmişti. Saçlarımdan süzülen damlalar okyanusa benzemiş, göz yaşlarımla bütünleşmişti. Ağlamaya ihtiyacı olan kişi ben değildim, bunu hak eden başkası vardı. Küllerimi yanaklarıma dağıtırken koşmaya başladım. Yağmurun toprak ve caddede bıraktığı birikintiler pantolonumun paçasına taşıyordu. Kirli hissetmiyordum.

EGO YARALARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin