Ego Yaraları/Yapboz Parçaları

178 185 23
                                    

Lullaby Love- Roo Panes

     Her gece farklı bir şey için savaşırdı ruhumuz, onca anı, pişmanlıklarımız, hatalarımız, doğrularımız; yanlışlarımız öldürmeye çalışırdı bizi. Her gece aynı yorgunluğu tadan bedenimiz bıkkınlıkla pes ederdi. Güneşin doğmasını beklerdik, ışığa tekrar tutunabilmek için. Her ne kadar yıldızlar parlatsa da gözlerini, güneş gibi yakamazdı içini.

Gözlerimi kırpıştırdım. Dudakları moraramaya durmuştu, burnunda oluşan kızarıklığı güneşin yansıttığı ışıklarında buluyordum. Ay yüzünü parlatıyordu. ''Helen...'' fazlasına izin vermiyordu dilim. Düğümlerle doluydu boğazım. ''Hatırlıyorum.'' dedi, defalarca kez bakmasını isterken göz göze gelmemek için çabalıyordum.

''Teşekkür ederim.'' fısıltısı sarıp sarmaladı vücudunu, ruhumu.

Kimse bilemez, kimse duyamaz, kimse hissedemezdi kırıklarımın arasında oluşan sevgiyi. Sevgi basit, çoğu zaman yetersiz kalıyordu anlatmaya. Kimse bulamıyordu yakışacak kelimeyi o güzel kadına. Her kelimeyi yanında çirkin bırakacak sesiyle doldurdu gözlerimi.

Nedenini bulamıyordum teşekkürünün. Arayışların sonu hiçlik, hep bir boşluktu. Yutkunmaya çalışırken boğazımdaki acıyla elimi götürdüm boynuma, kolaylaştıracakmış gibi. ''Neden?'' diye sordum, hak edemezdim. ''Çıkmama yardım ettiğin için.'' dedi sessizliğine gömülürken. Kalbinde nefret taşıyor gibi söndürmüştü gözlerindeki yıldızları bir dakikada. Yanağından süzülen yaşı aydınlatmaya yetmiyordu ne ay ne yıldız.

Nefretini yalanım doğurmuş olabilirdi, bu da burada olmamı açıklıyordu.

Yokuşu sürünerek çıkmaya çalışıyordum kimse yokken, yalnız başıma. Şişeler geçiyordu üzerimden. Taşıdığım umutları yıkmaya çalışır gibi, koca dağlara dönüşür gibi.

Rica edemiyordum üzerimde ölüme yaklaşmasının sorumluluğunu hissederken. Boğuluyordum elveda senaryolarımın içinde. Ağlaya ağlaya, ateşe tutunmaya çalışarak kolsuz bacaksız çıkamazdım yokuşu. Yokuşu yanağından süzülen küçük damla oluştururken keskin dili kolumu benden men etmişti. Elim uzanmıyordu yaşı silmeye, istemiyordu. Kesiyordu.

Görüyordu yalanlarımı, yatsı gelemeden. Yıldızlarının önünü aydınlattığını düşünüyordum, yön verdiği ise bendim. Bacaklarını karnına doğru çekti, ayakkabılarını koltuğa çıkarmış, düşünüyordu. Başını şişelere çevirdi, dudakları defalarca aralanırken her seferinde susmayı tercih ediyordu.

Emir'i savunmaya çalışmak intihar olurdu, Emir'in beni savunmayacağının farkına vardığımda ise cinayete kurban gitmiş gibiydim. Bu cinayetin saati belli gibi buluşmuştuk; katil intihar süsü vermişti.

Saçları koltuğa sürtünürken dolanmıştı birbirine. Özgür hissediyordu, nefes seslerinin sakinliğinden anlıyordum. Sadece biraz fazla yalancıydı, herkes gibi, hiç kimse kadar.


Yaptığım şeylerin sonucunu düşünmek tenime çarpan rüzgârdan daha da fazla soğutuyordu beni. Bu his özgürlükten çok uzak; aptallığa fazla yakındı. Dişlerimi gıcırdatmaya devam ederken battaniyeye sarıldım. Bana yalan söylemesi bitmemişti, devam ediyordu oynadığı oyuna. Her şeyin farkındayım demek, doğruları söylemek daha zor geliyordu artık. Karşılaşmak, çatışmak yıpratıyordu. Yalanlar ise büyüyordu hızlıca, kesemiyorduk sonunu. O ise muhtemelen başlı başına yalandı, tatlı geliyordu aslında; her yalan gibi.

Nasıl inanacağınızı kendiniz tasarlıyordunuz, acıyı en tatlı versiyonuna getirebilecek gücünüz vardı, acı elinizden alınıncaya dek. O var olduğu kadar yaşardınız.

EGO YARALARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin