Çınarın kapladığı yolu gölgesi, zeminini korkak adımlarım kirletiyordu. Yine de yetmiyordu bu leş kokuyu bastırmaya. Sıradan birinin alamayacağı ölünün kokusu, leşi taşıyan kalpleri görmüş hatta oraya sığınmış gibiydi. Misafiri kovamazdınız, benim misafirim ise aklımı başımdan alıyor; delirmeme neden oluyordu.
Çiselen yağmurlarda tanıdık lekeler vardı, sağım solum kan revandı. Her damlası yeniden aynı hissi veriyordu, yağmur kan ağlıyordu. Göz yaşlarının gölünde boğuluyorduk cesetler gibi. Ben, günahlarım; o ve şeytanları. Aynı yerden gelip daha da dibe batmıştık, dibi boylamışken cenneti arzuluyorduk. Hoş çayırlar, senfoniler, berrak gölde kayıkla gezen mutlu aileler varsa istemezdim. Aitlik hissinden öylesine uzaklaşmıştım ki mutlu gördüğüm insanı yargılar hâle düşünüyordu beni bu durum. Ben düştükçe de biliyordum, yükselemeyecektim.
Üzerime geçirdiğim kapüşonlunun fermuarını çektim. Grini kolları ellerimi saklarken sessizce ayrıldım evden. Kahverengi paspasın üzerinde içeri alınmamış yığınla ayakkabı, ailemi kalabalık hissettiriyordu. Kapının yanındaki duvarda asılı anahtarı cebimin içine sıkıştırırken açıp serin havayı önce tenimde sonra saçlarımın arasında hissettim. Karnımı gıdıklayan bu his huzur gibi değildi. Huzur güven verirdi ben ise güvenden uzaklaştığım için daha uzağa kaçmaya çalışıyordum. Yüzleşmek, bana bir şey kazandırmamıştı.
Bahçesinde durmak yetmemişti uzaklaşmama, yok olmak istiyordu zihnim, zira bu misafir yokluğuyla var edinmişti.
Birinci adım, korkmuyorum buradan uzaklaşmak istiyorum.
İkinci adım, kendime olan güvensizliklerimin acısını başkalarından çıkarıyorum çünkü başkaları ayrılmıyor güvenlerimden.
Üçüncü adım, geri dönebilecek kadar yakın, bir o kadar uzaktım yuvama. Taşlar mahzen olmuştu bu özgürlüğe.
Dördüncü adım, arkama bakmayı bırakıyorum. Öylesine bırakıyorum ki bıkmışlıklarımla koşmaya başlıyorum. Adımlarım hızlandıkça tutunacak dal arıyorum, tutunduğum çınarları yakıyorlar.
Yangına giden itfaiyelerin sesini duymuştum sabaha karşı. Penceremden uzaklaşan kırmızı arabaları, telaşı. Ya bütün çınarlarım yanmıştı ya da iblislerim diye düşünmüştüm. Şimdi yanık binaya yakın, siyaha boyanmış evlerin yanından geçiyordum usulca. Sakinlik vermiyordu, cehennem uğramış gibiydi sokaklara. Alışılmadık derecede fazla insan sokaktaydı, bu saatte bu kadar kalabalığın olmasını kıyametler sağlayabilirdi zaten.
Havada süzülen külleri görebiliyordum, gördükçe küllerini bana bulaştıran başka bir hasta suret geliyordu gözlerimin önüne. Çünkü bu bina onun eviydi. Siyahını yaydığı daire onun, bunca hüzünlü insan onun eseriydi. Hasta, sakar, katil olabilirdi.
Fakültenin önüne iyice yaklaştığımda ise hava aydınlığına kavuşmuştu, güneş baharın gelişini betimliyor gibi havayı pembelere boyamıştı. Yeşil ağaçlara beyaz çiçekler karışmış, meyvesi çıkmayan kabukları örtbas ediyordu. Kartımı okuturken sabahı dolduran korna seslerine bipler eklenmişti. Kendimi öne itelerken okulun önünden geçen kameramana gülümsemeye çalıştım, beni çekmiyordu. Katili gizler miydi sahte gülüşler bilmiyordum. Bildiğim şeyler git gide azalıyordu, yıllar geçtikçe bilge olacağını sanan aptal küçük kız olgunluğu arttıkça cahilleşiyordu. En başından beri cahil olduğunu anlamadı geç ve güç olmuştu, onu gömmesi kolaydı. Şimdi ellerimde Emir'in kanıyla adımlarımı gölde cebelleşircesine atıyordum. Nefes almak zordu, vermek zordu çünkü ciğerlerim boğulmak için yalvarıyordu zihnime.
Sessizliği bozan kornalar sustuğunda yalnızlığı yeni unutmuştum, uzaklarda beni takip eden biri vardı. Endişelenecek bir durum yok diye hatırlatıp durmaya çalışıyordum kendime. Arkamı dönüp göz gezdirdim bahçede, yerde uzanmış patilerini yalayan birkaç kedi, baharın savurduğu yere düşen çiçekler, onları temizlemeye çalışan yaşlı hademe dışında kimse yoktu. O bana bakmıyordu, gözleri üzerimde olan kişi başkasıydı; ben de gözlerimi arkamdan yukarı çıkardım. Tanrıya seslenişlerde böyle yapıyorlardı, ölüyü yanına alan o ise nereye bakabilirdim başka?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EGO YARALARI
Gizem / Gerilimİnsana zarar veremezdi bir başkası, herkes kendi ruhunu küller altında bırakır, kendine eziyet ederdi. Kül olmuş ruhların arasından boğularak kurtulan bir bedende, su ateşten fazla korkuturdu insanı. Ateş yakar kül eder alıştırırdı ego gibi. Ve ego...