Ego Yaraları/Yirmi İki Zehirli Arı

136 142 25
                                    

(Görseli kendim hazırladım (ç)almayınız<3)
Keyifli okumalar dilerim...

    Arabanın içinde dönen o sese kulak verdim. Tık, tık, tık... Hafif aralık cam yukarı doğru hareket ederken kapının açılmasıyla ona döndüm. Elindeki kese kağıdını arka koltuğa koyup tek elini vitese yerleştirdi. Diğer eliyle kapıyı kapatırken derin bir nefes alıp bana döndü. Dörtlülerini kapattı, bu ses onu rahatsız ediyor olmalıydı. Gözlerinde gördüğüm yolları zihnime kaydettim, daha depresif bir sürüş hayal edemezdim.

  Sürüşe geçmeden önce sessizliğini hüküm sürdürdüğü arabada farklı bir ses duyuldu, elim aceleyle kapıya yönelirken dolan gözlerimle ona döndüm. Bunu görmedi, görmek istemedi, ayağını pedala daha da fazla bastırdı. Geri yalpalanırken gözlerimi kapatıp sözlerini dinlemeye çalıştım, hep aynı buğulu ses çevreliyordu kulaklarımı. Hep konuşuyormuş, yeni dinliyormuşum gibiydi.

''...Kabullenemem.'' Yarattığı panik beni tekrar boğmaya başlarken verdiğim nefesi geri almakta zorlanıyordum. Yüzü seçilemeyecek kadar silik, farklı suret hatıralarına sebebiyet veriyordu. Tutunmaya çalıştığım ne varsa çırpınışlarımı anımsatıyordu. Başımı çevirdim, aynı suyun yüzeyindeki rüyayı gördüm. Camı araladı, tenime çarpan rüzgarı hissedebiliyordu bedenim ıslakmış gibi. Canım eskiyi unutturmayan bir acıyla kıvrandı. Suya bırakılan bu kadar yemin içinde yenmek istenen başkası değildi. Etimi derimden ayırmak için tenime nüfuz edilen dişleri vardı. Ruhumu tutsak eden ne etimdi ne kemiğim. 

''Duymuyor musun beni!'' bağırışlarıyla geri çekildim. Elinde doğrulttuğu ışıltıda kendimi izledim. Onu dinlemeyi seçen yanıma gülümsedim, artık duymaya dayanamıyordu. Tek eli direksiyonu sıkı sıkı tutuyordu, kızarmış parmak uçlarının devamı kan gitmeyen beyazlıklarla doluydu. Onu beyazlar içinde hayal etmek gülünçtü, kendi yüzümü ise güneşin vurduğu bu bıçakta, beyazın yansımalarıyla süslendiriyordum.  ''Allah'ın delisi! Beni soktuğun şu hallere bak...'' dudaklarını birbirine bastırdı sıkıca, yüzüne yükselen kırmızılığı seyrettim. ''Konuş!'' dedi bağırarak, sesindeki titremelerin içinden korkuyu seçebiliyordum. Ben sustukça deliren o oluyordu, o delirdikçe sesimi duyuyordu.

  Deli olmak sanrılar görmeye benzemiyordu, deli olmak sanrıların kendisiydi. Dağılmış saçları, öfkeli yüzü, dolu, beyazlarını kırmızı örtmüş gözleri hazineyi gizliyordu. Şimdi, mavilerinden eser kalmamış bir hâlde direksiyonu yumrukluyordu. Arabayı durduğunda bıçağı doğrulttuğu elini alnına yasladı. Başı direksiyondaki yerini alırken usulca ağlayışlarının arasına ürkünç bağırışlar giriyordu. 

  ''Bu bıçağı nereden buldun?'' diye sordum, kısık sesimden ziyade öfkesini kusmasıyla rahatlamış görünüyordu. Onun hayatı mışlar içinde dolanırken varsayımlarımda haksız sayılmazdım. Karşımdaki bu tanımadığım adam bütün hayatını kesinlikten uzak geçirmiş hissettiriyordu. Söylediği tüm o yalanların arkasında arafta kalmış kayıp çocuğu gösteriyordu. Belirsizliği tehlikeli bir hâl aldığında ise anılarına tutunmuş, ağlıyordu çocuk gibi. Zehrini saldıktan sonra ölen bir arı gibi çöküyordu, onun kanatları bu cüsseyi taşıyamayacak kadar nahifti, bu cüsse ise yalanların ağırlığından taşınmayacak bir  duruma gelmişti.

''Uygar'dan.'' dedi.

-Bir Gün Önce-

     Tek yalanın onca doğru sözü süpürdüğü bu dünyada hayatın yalanlarıyla karşılaşmak cesetlere intihar süsü veriyordu. Cesetleri ölülerden ayırırken şunu sorarlar 'Bilinen bir hastalığı var mıydı?' İnsanlardan geçmiş gibi bahsetmekti beni hüzünlendiren, geçip gitmeyen kalp yaraları bırakırken onlar arkalarında, dualar edip ağlıyoruz. Hastalıklar ise bedenin, acısını örtbas etme şekliydi. Astımı var diye ölmezdi kimse, havasız bırakırlardı. Bazen nefes almak için havaya ihtiyaç yoktu, ölmek için bir sebep olmaması gibi. 

EGO YARALARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin