3

67 4 0
                                    




"Unutulmuş bu kişiye karşı minnet borcu nasıl ödenir?
Bu müthiş haksızlık nasıl telafi edilir!
Zira tarihin adil davranmaya vakti yoktur."
-Stefan Zweig

Biri genç diğeri altmışını çoktan geçmiş iki adam ciddi bir dikkatle balıkları ayıklamaya koyulmuştu. Kılçıkları ayıklama sırası Savaş'taydı. Bütün parmakları çoktan zonklamaya başlamıştı.

Halit, Savaş'a yemek yapmak ve bulaşıkları yıkamak gibi birkaç temel şeyi öğretmişti ama hayatı idare etme ya da duygularıyla başa çıkmak gibi önemli şeyleri öğretememişti.

Savaş bu tür önemli şeyleri öğrenemeden büyümüştü. Büyürken sadece bu tür duygulardan değil, kendinden ve dış dünyaya sergilediği kimliğinden de kaçmıştı. Oysa büyümek hayat demekti.

Büyümek böyle bir şeydi işte. Tanrıya dua ederken kapkaranlık odada yalnız başına uyumak, insanın aslında ailesinin olmadığını anlamak. İçinin korkuyla dolması ve sürekli bir tehlike içinde olmak.

Halit balıkları kızgın yağa attı. Savaş bu sırada ellerini güzelce yıkadı. Yıkanmış sebzeleri ince ince doğramaya başladı. Yemek yapmak onlar için ince işti. Nadir zamanlarda birlikte yemek yerlerdi. Bu yüzden her şeyi özenle hazırlarlardı.

Balıklar pişti. Diğer her şey masada yerini buldu. Halit kendini sandalyeye attığında yorulduğunu yeni yeni fark ediyordu. "Yaşlanıyorum," dedi iç çekerek.

Savaş bu yakarışa gülmeden edemedi. Halit'in yanında her zaman gülebilirdi. Ondan saklayacak bir yüzü ya da kimliği yoktu. En doğal haliyle onun karşısındaydı.

"Daha çok yolun var," dedi Savaş kendi sözlerine inanarak. Masadaki kadehleri doldurdu. Bu gece sarhoş olmayı düşünmüyordu ama en azından kafasını biraz olsun dağıtmalıydı.

"Üzgün görünüyorsun," dedi Halit alayla. Her zaman birbirlerinin varlığından yakındıklarını dile getirseler de kimsenin gitmeye niyeti yoktu.

"Biraz," dedi Savaş işaret parmağı ile baş parmağını birbirine yakınlaştırarak. Tek gözünü kapatmış, parmaklarının arasındaki boşluktan Halit'e bakıyordu.

Halit onun bu haline güldü. Koca göbeği gülüşüyle sallandığında acıktığını fark etmişti. "Yiyelim."

İkisi de bir süre konuşmadan yemeklerini yediler. Bütün gün bir şey yememenin acısını çıkartıyorlardı. İlk balıkları bittiğinde, ikisi de kadehlerini nefes almadan kafalarına diktiler.

"Böyle iştahla yediğini görmek güzel," dedi Halit elindeki bardağı masaya bırakarak. Şevkatle bakıyordu Savaş'a.

"Yemekle pek aram olmadığını biliyorsun." Savaş karnını sıvazladı. Ama bugün çok yemişti.

Halit bardakları yeniden doldurdu. "Küçükken de böyleydin," diye mırıldandı. "Hiçbir şey yemezdin." İçkisini tekrar dikledi.

"Benimle yaşamak zor olmuştur," dedi Savaş. Amacı ortamın huzurunu kaçırmak değildi ama sürekli bunu düşünmeden edemiyordu. "Senin için sadece yük oldum."

"Hiçte bile!" dedi Halit kaşlarını çatarak. "Bir daha böyle şeyler söylersen kızacağım." Ciddiydi. Savaş ise Halit'in kızmasını hiç istemiyordu çünkü sinirliyken gerçekten çekilmez bir adam oluyordu.

Savaş dolu kadehini bir kez daha kafasına dikledi ve boş bardağı masaya koydu. "Anlatsana biraz daha," dedi bir umutla.

Çocukluğundan bahsettiğini anladımıştı Halit. Ama derin bir iç çekti. "Kaç kere anlattık be oğlum," dedi mızmızlanarak.

YakalaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin