ikinci bölüm: hiçlik.

1.5K 158 83
                                    

günümüz.

Uçlu kalemi, iki parmağımın ucunda dönüyor ve gürültüden uzak sınıfı, coğrafya hocasının narin sesi kaplıyordu. Arkada fısıldaşan ve gülüşen eniklerden bahsetmeme gerek yok sanırım? Her sınıfta olduklarına ve onlara hepimizin aşina olduğuna eminim.

Hoca bir soru soruyor, önümdeki kızın incecik işaret parmağı havaya kalkıyordu ve bunların ardından başımı pencereye çeviriyordum ben de.

Çenemin altına yerleştirdiğim avucumun içi bir yerlere dalmam için destek oluyordu kısmen.

Hoca, kıza cevap hakkı tanıyordu lakin kız, yanlış cevap veriyordu ve hoca, "Başka biri?" diye soru yöneltiyordu.

Bu da kafamı ve bakışlarımı pencerenin dışında duran meşe ağacından ayırmama vesile oluyordu... Ama o kadar uykusuz ve yorgundum ki... Hiçbir şey yapasım yoktu ciddi anlamda. Gözlerim yarı açık yarı kapalı bir biçimdeydi. Göz kapaklarımda derman kalmadığını söylesem yeridir.

Arka sırada oturanların sesi dindiğinde, sonunda birkaç kişi daha parmak kaldırıyor ve aralarında küçük bir münakaşa yaşanıyordu.

Hoca, bu tartışmayı sevmiş olmalı ki, cevap geldiğinde yeni bir soru daha yöneltti ve o sorunun cevabı tam veriliyordu ki, sıramın altında duran cep telefonuna son ses düzeyinde bir tane bildirim düştüğünde sınıfın içinde yankılandı ve herkesin bakışları bana döndüğünde, "Özür dilerim, hocam... Kapatmayı unutmuşum." diye söylendim ve elimi telefonuma atmaya kalmadan bir kez daha bildirim düştü.

İçimden bir küfür edip telefonumu elime aldım lakin hocanın topuklu ayakkabılarının sesi giderek yamacıma yanaştı.

Yaşlılıktan dolayı buruş buruş olmuş eli, kolumun kenarına doğru uzandığında, ver dercesine açıp kapattı parmaklarını. Oflayarak verdim ve başımı, sıranın üzerinde yastık yaptığım kollarımın üzerine gömdüm.

İçimden, "Olamaz ya... Şimdi bir hafta vermez bu... Geçen gün kimin telefonu alınmıştı ya? Acaba verdi mi?" gibi, yersizce kendi kendime konuşuyordum.

 Uykusuzluk bir yana, telefon bağımlılığımın verdiği baygınlık bir yana; bunalmıştım resmen. Gözlerimi kapamak ve uykuya dalmak istiyordum.

"Lütfen kaldır kafanı, Efe. Derse odaklan. Okul çıkışı gelir benden telefonunu alırsın. Yalnız çok geç kalma, yoksa müdür beyle görüşmek durumunda kalırsın... Ve bunun neye mal olacağını biliyorsun."

"Hıhı," deyip, kafamı kaldırdım ve derin bir nefes verdim dışıma.

Hiçbir şeyi umursamayıp kafamı gömdüğümde yalnızlığıma, zilin çalmasıyla uyandım lakin sınıftan çıkan hocanın silüeti gördüğüm tek bedendi. Sınıfta tek bir çanta yoktu. Kaç ders uyumuştum?

Çabucak çantamın içine okuma kitabımı ve kalem kutumu yerleştirip, siktir çekerek çantamı sırtıma geçirdim ve koşarak sınıftan ayrıldım. Doğru üst kata, öğretmenler odasına gittim ve coğrafya hocasını bir şekilde yakalayıp, telefonu istedim. "Hocam, telefonu alabilir miyim lütfen? Acelem var da..." dedim.

"Efe, sen çalışkan bir çocuktun. Geçen sene bunun üzerinden ödül kazanmadın mı sen? Lütfen, derslere daha iyi odaklan."

Başımı aşağı yukarı salladım ve elimi, telefonumu geri vermesi için uzattım.

Kabarık, boyalı sarı saçları güneşin arkasından vurmasıyla turuncuya çalmıştı neredeyse... Yüzüne de gölge düşüyordu. Elini, sahte deriden yapılma çantasına attı ve istemeyerek fermuarı uzun tırnaklarıyla açıp, içinden telefonumu çıkardı. Uzattı lakin almak için davrandığımda, geri çekti. "Sözünde durduğunu söylüyor ailen ve arkadaşların. Bana bir söz vermeni istiyorum, Efe. Eğer çalışırsan, eğer geçen seneki seni yeniden görürsem, bu telefonu zevkle veririm. Hatta yine okul birinciliğini kaparsan, bizzat benden bir ödül kazanırsın."

"Ben hâlâ başarılıyım, hocam. Gerçekten."

"Dalgınsın, uykusuzsun, gözlerinin altı morardı, oğlum... Eski hâlin değil bu. Bak, ailenle konuşabiliriz, canını sıkan bir durum varsa lütfen söyle bana. Okulda olur ya da ailevi olur. Bana anlatabilirsin..."

"Teşekkür ederim, hocam. Ama bir sorun yok. Telefonumu verebilir misiniz, artık?"

Kırmızı rujla kaplı dudağını kemirerek telefonumu uzattı ve alıp koşar adım orayı terk ettim.

Tamamen kapatmış olmalıydı. Güç tuşuna basılı tuttum ekranda beyaz ışık belirene dek. Beyaz ışık yandığında merdivenlere varmıştım bile. Hızlı hızlı indim. Telefon açılana kadar servisin önüne varmıştım bile. Servis halkı beni bekliyordu, Faruk Abi geç gelmemden ötürü dert yakınıyordu. "Vallahi bir daha geç gelirsen seni burada bırakacağım gideceğim, ha!" diye söylendi, servisin içine binerken.

Boş bulduğum bir koltuğa kendimi bıraktığımda servis hareket etti ve telefonumun kilit ekranı bana gülümsedi. "Pin kodunu giriniz" yazıyordu ekranda. Kodu girdiğimde telefon tamamen açıldı. Bildirim panelini aşağı çektim ve coğrafya dersinde düşen mesaj bana gülümsedi.

Şöyle yazıyordu mesajda:

"Buradayım,"

"Orada mısın?"

Birkaç saniye bakılı kaldım ekrana. Ne cevap vermem gerekiyordu buna?

*

 benim için çok özel bir kurgu olacak ':

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin