on altıncı bölüm: notalar ve tonlar.

612 63 31
                                    

medya: castle in the sky.
not: bu şarkı, müzik kutusunda çalan melodi.

günümüz.

Işıklar...

Kırmızı perde, sunucunun kendinden emin ve cesur sesi...

Adım sesleri...

Adım seslerini örten, alkış sesleri...

Islık...

"İşte çıkıyor," dedi, Kerim. "Bakalım kimmiş şu, Batu Bey..."

Perde, kusursuz bir mekanizmayla havaya kalktı ve salonun tüm ışıkları birden sönüp, piyanonun önündeki delikanlının bedenini aydınlatmaya başladı spot ışıkları... Delikanlının gözlerinin önüne düşüyordu kumral saçları. Seyircilere pek bakmadı, yalnızca öne doğru eğilip selam verdi ve piyano koltuğuna oturdu. Şimdi, salt sağ profili gözüküyordu.

Parmaklarını emin bir tavırla tuşların üzerine yerleştirdi ve o melodi, duyuldu... Castle in the Sky.

Heyecanla gözlerim parlarken, dudaklarım titremeye ve ellerim boşalmaya başladı. Ayaklanmayı ve oradan çekip gitmeyi düşündüm... Çıkmalısın, dedim kendi kendime. Kaçıp gitmelisin, neden buraya geldin? Neden buradasın?

Hatırlaman gerek...

"İyi misin, Efe?" diye sordu, yanımda oturan arkadaşım, Kerim.

Kolumdan tuttu ve yavaşça silkeledi bedenimi.

Bir cevap veremiyor, salt Batu'ya bakıyordum ve her hareketini kafamda ezbere alıyordum...

Melodi hararetlendi.

O anda gözlerim benden bağımsız kocaman açıldı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, oturduğum yere mıhlandım... Kerim, yanımda bir şeyler konuşuyordu fakat işitmiyordum hiçbir şeyi... Melodi dindi, kulaklarım artık onları da duymamaya başladı...

Ve kafamın içine gömüldüm bir anda...

"Batu! Ne demek... Ne demek annen öldü?"

Nefes almam gerektiğini biliyordum. Ama onu da unuttum. Unuttuğum tek şey bu değildi. Ben tüm çocukluğumu, tüm anılarımı bir hatıra bekçisine geri almak üzere emanet etmiştim. Bir yalana inanmanın, bir yalanla yaşamanın ne demek olduğunu da en iyi ben biliyordum...

"Acıyor! Canım çok acıyor, bal!"

Kimse sesini duymayacaktı ve sen, kendi başına bağıra çağıra münakaşa edecektin kendi zihninle. Bir yastığa rahatlamak için sertçe bastıracaktın yüzünü, oh, diyecektin. Oh be! Dünya varmış... Şimdi çığlık atabiliyorum doya doya. Nefessiz kalıyorum ama değiyor, ölmüyorum ya... Oraya bakarım ben. Ölmüyorum ya, sonra kimsesizlerin yaşam mücadelesi verdiği, ıssız cadde aralarında yürürken bulacaktın kendini... Kedilerle konuşmanın, onlara merhaba demenin ne büyük bir erdem olduğunu keşfedecektin. Yalnızlarla sevişecektin, ay doğarsa gülümserdin o gece... O gece, sabah olmayacağından şüphe etmenin, sabaha çıkamamak korkusunun ne içsel bir duygu olduğunu görecektin... Aydınlıktı artık senin için fakat hiç olmadığı kadar karanlık şimdi...

Bir şarkı dinleyip, yenisini bulana dek o şarkının en sevdiğin şarkı olduğunu fark edene kadar çocuktun oysa... Ocağa çay koyacak, onu orada unutmaya başlayacaktın... Taşacak, batıracaktı ocağı... Daha sen büyümeden, çocuk olmanın güzelliğini fark edemeden; adam olacaktın bir anda. Bir bakmışsın, bir de artık meyve ağaçlarının tepesine çıkmayı bırakalı çok olmuş. Bir bakmışsın, artık istemiyor canın elma şekeri kemirmenin verdiği hazzı tatmayı.

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin