günümüz.
Deniz dalgaları, arkamda duran sokak lambasının sarı ışığı sırtımdan vuruyor ve gölgem denize doğru uzanıp dalgalarına karışıyordu... İnsanların kahkaha sesleri, kafamın içindeki derin düşünceleri tek tek yıkıp geçiyordu sanki. Tam o sırada gök gürülderken, gözlerimde irileşen bulutlarda yıldırımlar çakmaya başladı... Arkamda duran genç, "Süt, yağmur bastırıyor, gitmemiz gerek..." diye söylendi. Bense oturduğum yerde kalakalmaya devam ediyordum.
Elimde değildi; hareket edemiyordum işte, gencin söylediklerine bir cevap biçemiyordum, anıların taşları otururken yavaş yavaş zihnime; salt susmak geliyordu içimden. Bir puta dönüşmek ve yavaş yavaş tamamen savunmasız olmak!
"Süt, duyuyorsun değil mi?" Saçlarımı tarıyordu rüzgâr, usul usul. Gözlerimde asılı kalan yaşlar kurumuştu zamanla. Ağır hislerim hafiflemişti, bir kuş gibiydim şimdi... Uçmak gelirdi ta yüreğimden! Kalabalık Kadıköy'ün sokaklarında; sarhoşlar da vardı bu akşam üzgün olan, hiçbir şey hissetmeyeninden tutun, her duyguyu dibine kadar yaşayan da... Yaşadığı daire az ötede olan da bir vapurla gelip giden de... Çiçekçi teyzeler de vardı, burjuvalar da... Ama bir ben daha yoktu burada.
"Ne söylemem gerekiyor," diye döküldü dilimden o soru, kekelemiştim yine. Dilim dönmezdi çoğu şeye, konuşmayı da sevmezdim hiç öyle. Çok konuşmak; fazla, gereksiz ve yersiz sorular yöneltmek bana göre değildi. Hiçbir şeyi merak edip de peşine düşmedim. Anlık merakla kimseye soru sormadım. Merak ettiysem de hep içimde tuttum. Çünkü bana böyle öğretildi.
"Hiçbir şey söylemene gerek yok, süt. Sadece bana öylece sırtını dönme..."
Ona bakamazdım. Onu hatırlamazken, ortak anılarımız belleğimde yokken, bana karşı ne kadar samimi olduğunu anlayamadan ve tanıyamadan daha onu, indiremezdim gardımı.
"Efe... Bana bakar mısın?"
Gözlerimi yumdum ve tam o anda bardaktan boşanır gibi yağmaya başladı yağmur. Göz pınarımdan öteye bir yağmur damlası düşüyor ve çeneme kadar süzülüyor yalnız başına. Bacaklarımı bağladığım kollarım ve bedenimin her bir köşesi, ıslanıyordu yavaş yavaş.
Sesi bastırdı kulaklarıma, "Efe! Sırılsıklam olacaksın, hadi gidelim!" diye bağırdı.
Anlık bir tavırla başımı sertçe iki yanıma salladım. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Gitmek istemiyordum; konuşmak yahut başka bir şey yapmak. Islanır yüreğim, sicim gibi yağan bir yağmurun altında.
Bir şimşek sesi daha işittiğim gibi irkildim.
Oradan oraya koşuşturan insanların adım sesleri, yağmur sesiyle birlikte karman çorman oluyordu.
Ama Batu'nun bana yaklaşan adım sesleriyse, tüm bunları örtbas etti.
"Tamam, madem öyle diyorsun," dedi ve sesi gittikçe daha fazla yaklaşmaya başladı. Kayalıkların üzerine çıktığını tahmin ederek kafamı dizlerimin arasına gömdüm. "Seninle birlikte burada bekleyeceğim, istediğin olsun. Ama tek başına ıslanmana izin vermeyeceğim tabii." Sağ yanımdan duyduğum cümlelerinin arkasını bir gülüş takip etti. "Bedenen çok değişmemişsin biliyor musun? Ama tavırların... Sanki sen, sen değilmişsin gibi. Yağmur yağdığında, sırf ıslanmayayım diye beni tentelerin altına sokan çocuk, şimdi tek başına ıslanmaya çalışıyor..."
Bir şey diyemedim. Eminim o, beni benden daha da iyi tanıyordu.
Bir saniyelik bir kıkırdama işitildi, biraz buruk. Kısa sessizliğin arkasını, bir telefonun kilit açma sesi, tuş sesleri ve ardından da bir müzik sesi doldurdu... Loş şarkının havası, seksenleri-doksanları anımsatıyordu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ballı süt | bxb.
Teen Fiction"buradayım," iki çocukluk arkadaşı. efe ve batu. aralarına giren şehirler, ülkeler, koca bir gökyüzü ve silik hatıralar... hatıraların her detayını ezbere bilen batu bal, hatıralarını kayıplara karıştırmış efe süt... dev bir vicdan azabını bağrında...