beşinci bölüm: masal kitabından mısralar.

1.1K 97 47
                                    

2014

"Doğum günün kutlu olsun, süt." dedi, biricik arkadaşım. Elindeki hediye paketini, koltuğun arkasında gizlice verdi bana. Onunla koltukların arkasına gider, saklanarak oturmaya bayılırdık geçmişten beri.

Hediye paketini alırken afallamıştım, çünkü doğum günüm hep akşamları olur ve akşam onu zaten çağırırdım. Her yıl böyleydi. Neden şimdi veriyordu ki?

Bilememiştim. Ama yine de aldım onu.

"Teşekkür ederim, bal..." Özellikle sorgulamamaya özen gösterdim. "Ne var içinde," diye sordum, hafifçe tuttuğum paketi sallarken.

"Aç," dedi, salt.

Mavi gözleri büyükçe açılmış, heyecanla bakıyordu suratımdan yana... Sevinçten gülümsüyordu, dudaklarını dişliyor ve burnunu kırıştırıyordu.

Daha fazla heyecanlandırmamak için açtım paketi.

İçinden karton, sert ve siyah renkte bir kutu çıktı. Kapağını açtığımda, yumuşak jelatinlere sarılı bir atlıkarınca biblosu çıktı. Yani, başta öyle sandım.

Kutunun içinden çıkardığımda, "Bu..." diye sordum. Gözlerimle, elimde tuttuğum atlıkarıncaya  dikkatle bakıyordum.

Ben sorumu tamamlamadan cevap verdi: "Evet, bir müzik kutusu."

Elimden aldı ve nasıl çalıştıracağımı gösterdi. Sol tarafında bir anahtarı vardı. Onu deliğine sokuyordunuz, döndürüyordunuz ve dönmeye başlıyordu atlar.

Çok tatlı bir melodi eşliğinde üstelik.

Gözlerime yaşlar doldu dinlerken... Ve sımsıkı sarıldım arkadaşıma. "Çok teşekkür ederim, çok!"

"Bunu çalıştırdığın her an beni hatırla, olur mu süt?"

Kafamı aşağı yukarı salladım hâlâ onu sararken kollarım.

Beni uzaklaştırdı bedeninden ve müzik kutusunu uzattı.

Aldım.

Hâlâ dönüyordu atlar... Hâlâ çalıyordu o şarkı. Gerçi, çalmaması mümkün mü ki? Geceleri aydınlatan lunaparklarda da dönüyordur böyle atlıkarıncalar, değil mi? Dönme dolaba biniyordur âşıklar... Pamuk şeker alıyordur tüccarlardan, çocuklar... Ne hoş, ne tatlı bir şarkıdır ki bu, bana bunları hatırlattı...

Karşımda oturan çocuğun yüzüne vuruyordu tam önümüzdeki pencereden içeri sızan güneş. Gözünün mavisi öyle bir parlıyordu ki, sanki beni de boyuyordu o tonlara... Saçlarının kumralı sarıya çalmıştı yavaştan. Yüzünün hatları belirginleşmiş, doğruca bakıyordu güneşe.

Yüzünü buruk bir gülümseme kapladı şimdi.

Sonra o gülümseme de soldu, salt bir hüzün kaldı dudaklarında...

Yarım yalamak bir hüzündü hem de bu.

Müzik durdu.

Dudakları aralandı bir şey söylemek için. "Tekrar başlatır mısın?" diye sordu.

Döndürdüm anahtarı, döndü atlar...

Başta ince notalarda gezindi melodi, sonra ortalara yaklaştı ve sabit kaldı öylece... Her bir melodi anıydı... Bu müzik kutusu hiç susmasın, şarkı hiç durmasın, karşımda oturan çocuğun yaşları hiç akmasın istedim. Lakin istediğim her şeyin ne yazık ki olmayacağını öğrenmiştim büyüklerimden. O çocuğun yaşları döküldü gözlerinden, yüzü saniyesinde ala boyandı... Gözleriyse bir kan çanağına dönüştü sanki. Acı vardı suratında. Acı dokunmuştu ruhuna.

Aynı onun gibi verdim sırtımı koltuğun arkasına. Doğruca çevirdim yüzümü tülden sızan güneşe. Müzik kutusunu bıraktım yanıma ve dizlerimi çektim karnıma değin.

"Bu şarkıyı annem piyanosunda çalıyor bazen, biliyor musun? Geçen gün seninle baktığımız yerden, kapı sövesine dayanıp izliyor ve dinliyorum anneciğimi. Günden güne daha da kötüye gidiyor o, Efe... Saçlarını fırçalamıyor artık, beyaz elbisesini çıkarmıyor bedeninden, parmakları hep tuşlarda, çalıyor birkaç şarkı sonra da ağlama nöbetine giriyor... Ben annem ağlasın istemiyorum, onu eskiden olduğu gibi gülerken görmek istiyorum. Çok mu bu, dilediklerim? Söyle," Hıçkırıklar arasında söylemişti tüm bunları. Onun sarf ettiği her cümlenin sonunda melodinin notası kalınlaşıyordu sanki. Do'ya gidiyordu... Öbür notaya geçemeden vuruluyordu piyanist. "Söyle... Tek konuşabileceğim kişi sensin..."

Ne söyleyebilirim, bal? Acı çekiyorken sen, kalbinde annene dair bir özlem, bir yas taşıyorken... Ne söyleyebilirim sana ben? Karşımda böyle acı çekersen, gözlerinden akarsa yaşlar, ne söylenebilir buna? Ayağa kaldırsam, tekrar sarılsam, o şarkı susmasa; sadece bunları yapabilirim belki lakin ne kadar müteşekkir olursun bütünüyle. Belki de melodiyi susturmalıyımdır, eşsiz bir şarkı yazmalıyımdır sana, bal... Acı çekerse yüreğin, yüreğim dayanamaz.

Patlar, kan saçar her yana.

"Böyle susacak mısın?"

"Bal... Böyle ağlamaya devam etme," Anahtarı, müzik kutusundan çıkardım. Burnumu koluma sildim. "Ne yaparsan yap ama karşımda böyle ağlamaya devam etme..."

Dudaklarını ağzının içine kıvırdı. Gözlerini kaçırdı bir müddet benden.

"Hayır, bunu da yapma," Peltektim, söylediklerim zor anlaşırdı benim. Seni öylece mutlu edemezdim, çünkü elimde ucu yıldızlı, sapı yaldızlı bir sopam yoktu, bal... Seni öylece mahvedemeyeceğim gibi. "Hiçbir şey söylemeden durma öyle. Gözyaşlarını gizleme benden."

"Buradan bir an önce gitmek istiyorum. Korkmaktan da ağlamaktan da nefret ediyorum. Babamı istiyorum. Babamın artık eve ayda bir defa gelmesini istemiyorum. Sikeyim ya!" Hıçkırığa boğuldu. Onu ilk defa böyle görüyordum, onu ilk defa küfür ederken görüyordum... Benim idolüm, güçlü bal'ım yoktu karşımda sanki... Sanki artık sütüme bal olamayacak gibiydi. O gittiğinde yapayalnız kalacakmışım gibiydi. Gibiydi. Korkuyorum...

Tüm bu acılardan, karanlık zihinlerin açtığı oyunlardan... Korkuyorum...

"Pinokyo'nun gerçek bir çocuk olmaya çalışırken geçtiği yolları, yaptığı hataları unuttun mu? Bir peri çıkagelmiş ve ona gerçek bir çocuk olabileceğini söylemişti. Bu onun için ne kadar büyük bir şeydi, unuttun mu? Pinokyo, ne zaman kaybetti umudunu? Annene hiçbir şey olmayacak ki... Sanırım o biraz mutsuz, gerçekten mutsuz. Ama onu mutlu edebilirsin... Anneler küçük şeylerle mutlu olurlar, bal. Beraber aşağıdan çiçek toplayabiliriz ya da bana verdiğin bu hediyeyi yeniden paketleyip annene götürebiliriz... Yapabiliriz, değil mi?"

Birkaç defa öksürdükten sonra hıçkırmaya, iç çekmeye, gözlerinden yaşlar akmaya devam etti... Ettikçe, ben de tükenmeye devam ettim.

Saklıydık üçlü koltuğun arkasında, saklıydık bu anıların arasında.

Müzik kutusunu yavaşça yerden aldın, dizlerinin üzerine koydun ve anahtarı yavaş yavaş birkaç defa döndürüp, çalışmasını bekledin. Çalıştı. Dilediğin oldu, dönmeye başladı atlar... Kulağın müzikte, gözlerin atlıkarıncadaydı. Fısıldar gibi eşlik ettin melodiye.

Kalp atışın da dudakların gibi, eşlik ediyordu müziğe...

Ben de sana yardım ettim.

"Dünya bizden gitse dahi, biz ayrılmayalım birbirimizden, tamam mı?" diye sordun.

Sustum ben de. Dinledim söyleyeceklerini.

"Dünya üzerinde farklı yönlere gideceğiz ama yine de aynı gökyüzünün altında, aynı yeryüzünün üstünde yaşadığımızı unutmayalım... Çünkü dünya bizi hiç sevmeyecek."

Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım.

Başın bana döndü, dudaklarını ıslattın çabucak... Ben de sana bakıyordum ya sol tarafımdan. "Seni bulacağım, söz veriyorum, süt..."

.

(":


ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin