otuz dördüncü bölüm: kaybettiklerime.

368 40 38
                                    

medya: teoman, efendi ve kölesi.
günümüz.

efe'den.

İki hafta daha... Kerim'in kokusu buraları terk edeli birkaç gün oluyordu henüz. Tüm umutlarımı kaybetmiştim bunun arkasından, doğum günüm gelip çatmıştı bunun uğruna, dışarıya çıkmaya hak kazanmıştım ve şu an, sokağın bir ucundan diğer ucuna kadar yürümekteydim. Ellerim, altıma öylesine geçirdiğim eşofmanın ceplerinde, üzerimde incecik bir tişört, batıdan esen sıcak rüzgârlar giderek bir bunalım içine sokuyordu beni. Alnımda biriken terlerin, saçlarımın uçlarının ıslattığını hissediyordum.

Burnumdan soluyordum. Uzun zamandır tek başıma bir yerlere gitmemiştim. Buna bile muhtaç kalmıştım, ne acayip değil mi?

Babam bugünlük hattımı vermişti, tek başıma bir yere gidiyordum ya... Nerede olduğumu sürekli arayıp soracaktı muhtemelen. Ben de bunu fırsat bilip, Kerim'i arama kararı aldım.

Telefonu elime aldım ve rehberime girip onun numarasının üzerine tıkladım. Arayıp kulağıma götürdüm telefonu. Çaldı... Çaldı.

Açıldığında, mekanik ses, "Alo?" dedi. "Efe, sen misin?"

Gülümsedim ve bir süre cevap vermedim.

"Efe?"

Heyecanlanarak:

"Kerim..." diye fısıldadım. "Evet, benim. Bugün benim doğum günüm ya, dışarı çıkabildim, nasılsın?"

"Ah, tamamen unuttum doğum günün olduğunu. İyi ki doğdun, istediğin bir şey var mı, birkaç gün içinde gönderirim..."

"Sence var mı?"

"Müzik kutusu? Sevdiğini biliyorum."

"Buraya bir şey gönderemezsin, Kerim. Sonra onlara nasıl açıklayacağım?"

"Doğru... Sikeyim böyle işi ya. Neyse, iyisin değil mi?"

"İyiyim, iyiyim... Sen nasılsın?"

"İdare ediyorum.""

"Oralar nasıl, güzel mi?"

"Türkiye'nin bir ucu, sen oradasın, ben burada... Mutsuzum, zaten saçma sapan bir yer, neyse... Mecburduk."

"Konu iş olunca, öyle oluyor. Sen gidince, yasaklarım daha gevşedi."

"Öyle mi?"

Köşeyi dönerken sessiz kaldım ve o da bana eşlik etti, sonra bir caddeyi daha geçtim, koşar adım ilerlerken bir minibüse atladım, cebime öylesine attığım cüzdanın içinde bozuklukları çıkarıp uzattım. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama gidecektim işte... "Ben minibüsteyim," dedim uzun sessizliğin arkasından.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu, ağır bir ses tonu takınarak.

"Bilmem ama gitmem gerek, daralıyorum."

"Git. Kafanı dinle biraz. İyi olmanı istiyorum, en azından bugünlük."

Artık fısıltıyla konuşuyordum:

"Olmaya çalışıyorum. İyi olacağım. Ama şimdi değil. Vakti var."

"Olacaksın. Olacağını biliyoruz."

"Ne zaman döneceksin?"

"Şey..."

Sustu. Yine sessiz kaldık. Yine susmayı seçtik.

"Birkaç yıl buradayım ben, Efe." diye ekledi.

Yutkundum. "Birkaç yıl mı? Kaç birkaç yıl?"

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin