yirmi üçüncü bölüm: "se balancer"

426 44 73
                                    

(fr): salıncak.
günümüz.

"Dün öyle tuhaf bir gündü ki... Şu tek günde yaşadıklarımın haddi hesabı yok, hele şu bir hafta, nasıl desem... Dalları sağlam olmayan bir ağaca, salıncak kurmuşum gibiydi." diye anlatmaya devam ettim karşımda masanın ardında oturan kadına. O önündeki -ajanda olduğunu tahmin ettiğim- defterine bir şeyler karalıyor, söylediğim şeylere; ya soru yöneltiyor ya da "Hı hım,", "Evet,", "Daha sonra?", gibi ifadelerde bulunuyordu. Dünkü seansımı bugüne çekmiştik, çünkü dünkü deprem olayından sonra dün evden ayrılamadım, yeni bir sarsıntının olması da oldukça meçhuldü.

"Çok doğru söyledin, gerçekten de hayatlarımızın bazı dönemlerinde; hiç tanımadığımız, bilmediğimiz, sağlam olmayan ağaçlara salıncak kuruyoruz sonra da üzerine oturup ağaç dalının kırılmamasını umarak sallanmaya başlıyoruz... Belki de yeni ağaçlar aramalısındır? Ya da çok yıprandıysa salıncağın, kendine yeni bir salıncak yapmaya ne dersin?" Gülümseyerek söylemişti tüm bunları. "Ve biliyor musun Efe, ilk görüşmemizin üzerinden bir ay geçmesine rağmen, sendeki değişikliği gözlemleyebiliyorum, daha iyiye gittiğini görmek beni mutlu ediyor vallahi. Bana, her zaman için açık olman gerek... Hatırlaman için."

"Size söylemeyi unuttuğum bir şey daha var."

"Nedir?"

"Ben dün deprem olurken, sanırım atak geçirdim... Tüm bedenimin titrediğini hissettim, başım zonkladı, kaslarımın yumuşadığını ve aklıma birtakım anıların yerleştiğini hisseder gibi oldum."

"Fobi anlarında bu tür krizler gayet doğaldır. Fakat bir tür anksiyete krizi geçirmiş olman da mümkün."

"Bir haftadır maksimum on iki saat uyudum... Ablam, intihara teşebbüs etti de..."

Yüzündeki minik tebessümün solduğunu gördüğümde, bakışlarımı onun üzerinden çekip sol taraftaki pencereye çevirdim. Doktor, boğazını temizlemek niyetiyle öksürdüğünde, ona baktım yeniden. Dudaklarına tebessüm yerleştirmeye çalıştı fakat başarılı olamadığı her hâlinden belliydi. Deftere tekrar bir şeyler daha yazarken, "O haftayı biraz anlatmak ister misin bana? Yoksa burada bitirelim mi?" diye sordu.

"İsterim," diye söylendim ve yerimde toparlandım. Sevgili okurlarım, ablama ne denli değer verdiğimi az çok tahmin edebildiğinizi düşünüyorum. Onun güpgüzel bir yüzü vardı eskiden fakat zamanla bir yıkıntıdan farksız hâle geldi; yüzünün her yanı çöktü, sanki omzunda taşıdığı görünmez yüklerin altında ezildi zamanla ve bütün acılarını işleyip, bir kolyeye çevirdi ve o kolye, boynunda bir tasmadan farksız durdu. "Ablamın intihar ettiğini öğrendiğim gün, Kerim'le birlikteydim. Hatırlarsınız, yeni arkadaşım. Bir ay oluyor tanışalı."

"Evet, hatırladım... Şu kızıl saçlı çocuk, değil mi?"

Gülümseyerek, "Evet, o..." deyiverdim. "Onunla beraber, Batu'nun sahne alacağı yere, Kadıköy'de yapılan bir enstrüman yarışması oluyormuş, oraya gittik..." Bütün detaylarıyla, gece ikiye kadar olan kısmı anlattım ve konuşmamı şöyle sürdürdüm: "Annemle babam resmen o gece boyunca yavaştan silikleştiler. Yüzleri kapkara bir bulutla kaplandı; babam ağlıyor, babamın gözyaşları biraz dinince annem ağlamaya devam ediyordu, böyle kısır bir döngü içerisine girmiştik... Ama nedense, ben ağlamamak, üzgünlüğüme dair bir şey gösterme konusunda direniyordum sürekli. Nedeni bilinmez... Gece üç gibi uyuyakalmışım, dört gibi de ablamdan haber geldi. Ameliyatı bitmiş ve çok iyi geçmiş -bunu duyunca çok mutlu olmuştum-,  sonra onu yoğun bakıma almışlar ve alınalı bir saat kadar oluyormuş ama fark etmemişiz. Onu görebilmemiz sabah sekizi buldu. Uykusuzluktan geberecektim. Sabah, cumartesi olduğu için okula gitme gibi bir sıkıntım yoktu neyse ki... Her neyse, ablam herhangi bir odaya alındığında, sonunda onu görebildik... Ablamın o bomboş bakan gözlerindeki ifadesizliğin ışığı bile sönmüştü... Yüzünde hisse dair bir mimik bile oynamıyordu. Yorgun olduğu o kadar belliydi ki... Yirmi bir yaşındaki kadın, beş yaşında bir çocuğa dönüşmüş desem yeridir..."

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin