on üçüncü bölüm: atlıkarıncada geçer zamanlar.

643 68 56
                                    

2014.

Odanın kapısını açtığımda, içeri çekinerek ve usulca girdim. Parmak uçlarımın üzerinde yürüdüğüm bile söylenebilirdi, öyle usul basıyordum parkenin üzerine. Ablam, açık pencerenin önüne oturmuş ve bana arkası dönüktü. Kısa kesim siyah saçları omuzlarına dökülüyordu. Pencereden içeri süzülen rüzgâr saçlarında ve kıyafetlerinin üzerinde geziniyor, ardından da benim bedenime dokunuyor ve her yanımdan bir his akıp geçiyordu.

"Abla," diye seslendim, yavaşça. "Zühre Abla, annem yemeğe çağırıyor, gelecek misin?"

Kapının önünden ayrılıp, halının önüne doğru yürüdüm. Oda, koridordan ve dışarıdan içeriye vuran caddenin ışıklarıyla aydınlanıyordu.

Salt, "Aç değilim." dedi.

"Ama en sevdiğin yemek var. Annem bize tavuk pirzola kızartması yapmış."

"İstemiyorum, Efe. Çık odamdan."

"Abla... Ama gel... Lütfen."

Kafasını iki yanına salladı hayır dercesine.

Israr etmek istedim. Onun neden böyle olduğunu bilmek istiyordum. Odasından çıkmıyor, bazı zamanlar okula gitmiyor, gün içinde ağlama krizlerine tutuluyordu... Aynı evdeydik fakat ona ne olduğundan, neden böyle olduğundan ve neden hep ağladığından bihaberdim.

"Peki," deyip arkamı döndüm ve kapıya doğru adımladım. "Odana getirmemi ister misin?"

Omzumun üzerinden ona bakarken, o da kafasını sağına doğru çevirip göz ucuyla bana baktı. "İstemediğimi söyledim, Efe. Ya odamdan hemen çıkarsın ya da ben çıkartmak zorunda kalırım."

"İyi misin, değil misin bilmek istiyorum."

Kafasını önüne çevirdi, azıcık yukarı kaldırdı ve çabucak yere geri indi.

Omuzları titremeye başladığında odadan çıkmayı düşündüm. Üstüne çok gitmiştim bu kez...

Ama sonra omuzlarının titremesi şiddetlendi ve ağlamaya başladığını, kollarıyla gözyaşlarını çarçabuk silmeye çalışırken fark ettim.

Yüzünü iki avucunun arasına gömdüğünde inlemeleri boğulu duyulmaya başladı.

Durdum öylece.

Durdu öylece. Yersiz gelen ağlama nöbeti birkaç dakikaya kalmadı dindi. Sonra odayı bir sessizlik bürüdü. Duvar saatinin tik tak sesi hiç dinmedi. Onu dinledim bu defa.

Tik, tak... Tik, tak... Tik, tak...

Her şey bir yörüngenin üzerinde, acı bir şekilde ilerliyor ve tüm şartlar aksi şekilde yer değiştiriyordu. Bir amca bana büyüyünce ne olacağımı sorduğunda, ona, hiçbir şey diyemiyordum. Çünkü herkes sizden bir şey olmanızı bekliyordu. Bir şey olmak istemediğimden değildi de... Ben her şey olmak istiyordum.

Mesela ablamın neden üzgün olduğunu öğrenmek, bal'ın neden beni yeteri kadar sevmediğini bilmek, diğerlerinin neden benden haz etmediğini anlamak... Neden dışlandığımı işitmek...

Aklımın içinde hayallere dalmışken ablamın bedeni bir sağ yanına, bir sol yanına usul usul sallanmaya başladı ve ardından, sertçe sağ tarafına doğru sandalyeyle birlikte düştüğünde, sessiz odayı bir tıkırtı sesi kapladı.

Kapının önünden bir çığlıkla ayrılıp ablamın yanına koştum.

"Abla! Ne oldu!" Çığlık atıyordum, "Anne, baba! Gelin, ablama bir şey oluyor, bir şey oluyor gelin!" diyordum.

Annem koşarak odaya girdiğinde, aynı hızla babam da daldı içeri. Babam, ablamın yanına eğildiğinde annem beni ablamın başından ayırdı ve bir kenara geçtik. Annem, elindeki cep telefonuyla ambulansı aradı, "Alo, ambulans mı?" adresi verdi. "Evet. Lütfen çabuk olun..."

Doktorlar eve geldiklerinde ablama ilk yardım yaptılar ve ardından da ambulansa bindirdiler... Annem, ablamla birlikte ambulansa binmişti. Biz de babamla birlikte arabayla onları takip etmiştik.

Geçirdiğim en kötü geceydi.

Geçirdiğim en kötü gündü.

O gece, kuru sandalyelerin üzerinde, babamın kucağına; babam saçlarımı karıştırıp, severken ve hastanenin o şurubumsu kokusuyla beraber uyudum. İğne yapılan küçük bebeklerin her çığlığında, babamın dakika başı, "Tuvalete gidiyorum, geliyor musun," diye soruşunda ve kâbuslarımda ablamın tekrar yere düşüşünü görmemde uykularım bölündü.

O gece, annem başlarda ablamın yanındaydı fakat bir saat kadar sonra o da yanımıza döndü. Gözlerinden belliydi. Ağlamıştı.

Annemin gelişinden sonra tekrar uykuya daldım lakin bu kez, annemin kollarında.

Ama o, saçımı okşamadı... Uyumam için farklı bir numara da yapmadı. Yalnızca koydum kafamı kucağına ve gözlerimi yumdum.

Babam, o sırada hepimize yiyecek-içecek bir şeyler almak için kantine gitmişti.

Babam döndüğünde yine bölündü uykum.

Satın aldığı tostu yemeye ve karışık meyve suyunu içmeye başladım. Tostan bir ısırık alıp, ardından meyve suyunu yudumlarken ikisinin tadı karışıyordu... Fakat çok fazla yiyemedim.

Birkaç saat sonra büyük yoğun bakım kapısının açılmasının ardından annemle babam ayaklandı ve içeriden çıkan doktorun yanına gittiler. Aynı şekilde onların yanına gittim fakat birkaç adım gerilerindeydim.

Konuşmaları çok duyamadım, doğrusu.

Lakin doktorun konuşmasının arasından ayırt ettiğim birkaç cümle vardı.

"Kızınız, intihara teşebbüs etmiş, efendim..." Annem çarçabuk hıçkırıklara boğulduğunda, babam daha soğukkanlı yaklaşmıştı. "Birkaç avuç dolusu ilaç yuttuğunu tahmin ediyoruz. Midesini yıkadık. Erken getirmeniz çok işimize yaradı. Merak etmeyin, hiçbir şeyi kalmayacak..."

Fakat haftalarca orada yattı... O, birkaç terapinin ardından depresyon teşhisi konduktan sonra, bir psikoloji kliniğine sevk edildi.

Eğer babamlar istemeseydi, evde de tedavi görmesi mümkündü fakat bir hastanede işlerin daha kolay olacağı düşündüler.

Bense bunları kendi kendime çözdüm.

Kimse bana hiçbir şey anlatmadı. Ablamın nasıl olduğunu ya da olacağını öğrenemedim.

Sonra, o gün geldi çattı...

Batu'nun gideceği gün...

.

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin