otuzuncu bölüm: tutunuş.

378 38 136
                                    

medya: yasemin mori, n'olur n'olur n'olur.
günümüz.

efe'den.

"İnmemize az kaldı," dedim ve ayağa kalktım. Direklerden tutarak kapının önüne kadar vardım. Son durakta ineceğimiz için yolcular epey bir azalmıştı. Bir direğe elimi attığımda sağıma doğru baktım. Batu, ayağa kalkmış, direklerden tereddütle tutunarak yanıma geliyordu. Yanıma vardığında, şoför sertçe frene bastı ve soldan geçen otomobile birkaç küfür savurdu. Batu'nun olduğu tarafa doğru tökezliyordum ki direkten daha sıkı tutundum.

Fakat Batu, geriye doğru düşerken tutunamadı ve onu, elinden yakaladım. Kendime doğru çektiğimde daha sıkı tuttu elimi.

"Tutunmayı ihmal etme," deyip, elini direğe ittirdim ve direği kavradığı gibi tüm gücünü verdi. Başıyla söylediğimi onayladıktan sonra, şoför, "Son durak, Rıhtım Sahil!" diye seslendi, arka tarafa doğru.

Kapı açıldı ve dört-beş kişiyle birlikte minibüsü terk ettik. Batu, "Teşekkür ederim, tuttuğun için," dedi ve minibüs ilerleyip gittiğinde sahile doğru adımladım. Fakat Batu, ekledi: "Bir tekel bulalım, bildiğin bir yer var mı?"

Durup ona döndüm. "Gerçekten içeceğiz yani? Eminsin?"

"Aynen," dedi, omuz silkerek. "İki-üç bira sadece. Fazlası değil, harbi bak..."

Dışıma bir nefes verdim. "Fazla geç kalmayalım da..."

Başıyla onayladığında yanına gittim ve yokuş yukarı yürümeye başladık yan yana.

Ara sokaklardan birine girmiştik. Bir süre zarfınca sessizce yürüdükten sonra, "Burada olmadığın zaman neler yaptın?" diye soruverdim. Belki de onun hakkında tek merak ettiğim şey buydu; yeni arkadaşlar, yeni okul, yeni bir hayat, yeni bir ülke...

"Ne mi? Yani, London güzel şehirdi. Kasaba tarzı bir yerde yaşıyorduk gerçi de... Adı sanı öyle pek bilinmeyen bir yerdi... Güzeldi ya... Gurbette olmak insanı tuhaf hissettiriyordu galiba, bilmiyorum. Çiş gibi kokuyor sanki -buna biraz kıkırdadı- tüm caddeler: İnsanlar; tavırları, mimikleri, alışkanlıkları, ideolojileri, her şeyleri o kadar farklı ki bizden... Zaten oraya yabancıydım, sanki bir başka şekilde yabancılaşmıştım git gide... Bilmediğim bir dil, dillerini bilsen bilmediğin aksanları falan fistan... On bir yaşındaki bir çocuğa göre imkansız bir şey gibiydi bu," Bir sokak lambasının altından geçerken, ikimizin gölgesi de önümüze doğru uzandı ve hasretle karıştı sanki kırık kaldırımların arasına.

Yan yanaydık onca yıldan sonra. Yan yanaydık, o eski mahallemizde eskittiğimiz çocuklardan eser yoktu; ülkeler aşılmış, dağlar delinmiş, kilometreler sıfıra eksilmişti... Buradaydık; gökyüzü üstümüzde, yeryüzü aşağımızda... Buradaydık.

Aynı gökyüzün altında yaşadık; dünya karşımızda kılıçlarını kalkanlarını çıkarıp bizi hedefe almış olsa da hünerlerimizi sergiledik, zafer bizimdi. Öyle sanıyorduk. Saklambaç oynamayı bırakmıştık. Bir ebe yoktu, yoktu değil mi? Apartmanımızın, o yüksek mermer merdivenin altındaki boşluğa saklanırdı ikimizden biri... Ebe sayar, saymasını bitirince ilk merdivenin altı kontrol edilirdi, ihmal edilmezdi. Eğer saklanan kişi orada olmasa, demek ki zor bir yere saklanmış olmalıydı... O çocuklar büyüdü ama yine de elleri ceplerinde, yine saklanıyorlar geçmişlerinden yahut başka bir şeylerden.

Saklanıyorduk, hâlâ ikimizden biri ebeydi... Hâlâ kayıptık, geleceğe uzanan gölgemizin eskittiği anı defterinin arasında.

"Ama katkısı da oldu," diye ekledi. Bir saniyeliğine ona döndürdüm bakışlarımı, üzerinde gezdirdim, gözlerinin içine baktım... Ama yalnızca bir saniyeliğine. "İngilizceyi çok iyi konuşuyorum. Fransızcam da iyi. Eh, iyi de bir eğitim gördüm haliyle. Biliyor musun, annemin ikimizi çektiği fotoğraflardan bir albüm var evde. Bir gün getiririm, karıştırırız sayfaları. Olur mu?"

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin