günümüz.
Hastane tuvaletinin çirkin kokusundan uzaklaşıp şurup kokusuyla bütünleşeli henüz dört dakika kadar oluyordu. Gözyaşlarımı dindirmiş, yüzüme birkaç avuç su çalmış ve geçmişimde yaşadığım o andaki kanlı ellerimin psişik görüntüsü gözlerimin önüne tuhaf bir gerçeklikle geldiği için, ellerime sıktığım sıvı sabunu, derimi yüzmek ister gibi bastırarak köpürtmüş ve elimi birkaç sefer yıkamıştım. Kerim, ne olduğunu sormadan, telefonunun çalması üzerine özür dileyerek tuvaleti terk ettiğinde ben de arkasından tuvaletten çıkmıştım ve şu an bulunduğum yere, annemlerin yanına dönmüştüm.
Onlar oldukça durgun, bense tamamıyla endişe içerisindeydim. Kalbim ve zihnim birbirleriyle çelişiyor, çatışıyor ve savaşıyorlardı. Tüm sesleri susturmak istiyordum. Tüm sesleri susturmak ve olduğum yerin ve anın içinde bulunmak. Hayallerimin arasına dalıp, olduğum yerden uzaylara kadar uzaklaşmak başıma gelmiş en kötü hislerden biriydi. Bazen size, "Nereye dalıp gittin," diye sorarlardı da siz de bir cevap veremezsiniz ya hani... Ben de sizin gibiydim işte.
Fakat ben size benzemekten her zerrelerimle nefret duyuyorum.
Dakikalar sonra, Kerim'in oldukça geç kaldığını düşündüğüm bir vakit telefonum cebimde titredi.
Telefonumu cebime çıkarıp elime aldığım sırada annem ayağa kalktı ve "Kafetaryaya iniyorum, bir şey istiyor musunuz?" diye sordu.
Başımı iki yanıma salladığımda, babam, "Ben de seninle geliyorum," dedi ve onlar uzaklaştığında, tekrar yerimde toparlandım ve telefonumun içinde gezinmeye başladım.
Yeni bir mesaj bildirimin olduğunu görmemle birlikte, uygulamaya girdim ve gelen mesajın, Kerim'e ait olduğunu başlıkta yazan isimden anladım:
Kerim: Özür dilerim, eve dönmem gerekiyor haber vermeden ayrıldım, gerçekten özür dilerim. Gelişmelerden beni de haber et, tamam mı?
Gelen mesajı fısıldayarak okuduğumda bir iç geçirdim ve ne cevap yazacağımı düşündüğüm bir sırada, mesaj kutusuna bir yeni mesaj daha düştü:
Kerim: link*
Kerim: İncelersen sevinirim. Kafan dağılır hem.
Bir şey sormadan istediği gibi linke tıkladım ve açılan sekmenin yüklenmesini beklerken, internetin kötü çektiğini fark edip ayaklandım. Telefonu yukarı doğru uzatırken, bulunduğum yerde dört dönüyordum.
Sonunda sekme yüklendiğinde geri yerime oturdum ve yolladığı linkin bir blog olduğunu anladım. Ona ait olduğu açıkça ortadaydı. Başlıklardan birinde, "Bilinmezlik" adında bir başlık görmemle birlikte kaşlarımı çattım.
Merak edip tıkladığımda, bir fotoğraf olduğunu ve fotoğrafın yüklenmesini bekledim bir süre. Yüklendiğinde, tanıştığımız ilk gün beni serviste çektiği fotoğrafım vardı. Altında da ufak bir yazı yazıyordu:
"Sırt çantamı hazırladım ve bugün yepyeni bir yolculuğa çıkmanın mutluluğunu yaşıyorum. Yeni bir defter aldım kırtasiyeden, içinde; hiçbir acı, hiçbir anı yahut hiçbir yaşanmışlık yok... Ama ilk cümlesinde şöyle yazacak: Bir yolculuğa çıkmanın âşık olmaya benzediğini herkes bilir. Ben âşık oluyorum..."
Anlam veremeyerek, başlıktan çıktım ve sayfayı yenilediğimde yeni bir gönderi düştü önüme. Yeni bir başlığın altında, yeni bir fotoğraf. "E." yazıyordu başlıkta, başlığa tıkladığımda çabucak önüme bir fotoğraf düştü. Moda Sahil kayalıklarında, arkası dönük oturan iki genç...
Gözlerim doldu usulca, ellerim yavaşça titrerken, dudaklarımdan fısıltıyla, "Sen de mi oradaydın?" diye döküldü kelimeler... Fotoğrafın altına bir cümle düşmüştü sadece:
"Âşık olmak bir yolculuk ve ben bir yolcu, o ise arsız bir çıracı; yakıyor hünerlerimi."
Biraz daha gezindim bloğun sayfalarında, bir sürü gizli çekilmiş fotoğraflarım, yüzüm; gökyüzü fotoğrafları, mekânlar, kediler, sokak lambaları, yağmur damlaları, yollar, şeritler, ağaçlıklar, çimenler... Heykeller.
E. adında bir sürü başlık bulunuyordu. Hepsinin benimle ilgili olduğunu anlamam biraz zamanımı aldı ve birine tekrar tıkladığımda, yine bir fotoğrafım ve altında da yine bir yazı:
"Kaçmayı düşleyen her geyik, bir gün yakalanır çitası tarafından."
Başka bir, "E." başlığına tıkladım:
"Çünkü geçmişini unutan biri, geleceğinin nasıl olacağını bilemez. Aynı geçmişinin nasıl olduğunu bilmediği gibi. O da en az ben kadar, yolcu. Ve ben, sanırım E.'ye deli gibi âşık oluyorum."
"Geçmişine uçman için kanatlarımı sana emanet etmişim gibi."
"Yaşamak, ucu olmayan bir köprünün, başlangıç çizgisine geri dönmek ve yeniden monoton bir yarışa başlamak gibi. Âşık olmak gibi."
"Kaybetmek istemiyorum, dudaklarına kazınsın imzam..."
"Kazandım; ilk öpücük, ilk zafer."
"Beyaz bayrak."
"Yanık kibritlerin arasına karışmış izmaritler. Kül tablaları ve neşeler. Sen ve ben, ay ve yıldızlar."
"Çünkü uçmayı öğrenmen gerek, E."
Telefonu kilitleyip, cebime koydum ve bir müddet düşüncelerimin arasına sığındım. Kerim, eğer gerçekten bana âşıksa -ki nedensizce buna inanasım içten değildi- o zaman ben de onun gibi mi hissediyordum? Daha biz tanışalı üç hafta oluyordu. Âşık olmak, bu kadar çabuk muydu? Ona karşı boş olmadığımı biliyorum, aksini iddia etmek ancak bir aptalın işi olurdu. Sadece, şüphe ediyorum işte. Benim hislerim onunkiler kadar kuvvetli olabilir mi? Ben, onun kadar sevebilir miyim?
Peki ya, o, sevebilir mi ki beni? Neden, diye sorarsınız belki sevgili okurlarım. Nedenini söyleyeyim size; âşık olunası mıyım sizce? Dürüst olun, aynaya baktığımda tonlarca kusur görüyorum her yanımda... Kusurlarımı ben sevememişken, bir başkasının sevmesini nasıl bekleyebilirim? Siz, kendini sevmeyen birine âşık olabilir miydiniz? Bu, ruhu zehirlemekten başka bir şey olmazdı bence... Haksız mıyım?
Salt kendinizi yormaktan gayri bir şey yapmazdınız kesinlikle.
Ameliyathaneden bir doktorun çıktığını görmemle, annemle babamın da merdivenlerin sonunda, buraya doğru yürüdüğünü ve babamın doktoru görmesiyle beraber, bu tarafa doğru koştuğunu gördüm.
Babam çabucak doktoru durdurdu ve ona, ablamın iyi olup olmadığını sordu. Doktorsa, "Şu anlık bir şey söyleyemeyiz, lütfen zorluk çıkarmayın, beyefendi." dedi.
"Ama öğrenmemiz gerek! Kızım nasıl, Zühre nasıl!" diye bağırdı annem, gözlerinden yaşlar aynı hızla döküldü.
"Lütfen, hanımefendi... Zorluk çıkarmayın..."
Doktor kaçmaya çalışırken, babam inatlaşırcasına önünü kesiyordu ve sorular soruyordu. Babamın da gözlerinde yaşlar birikmişti. Doktor çekip gittiğinde ben de ayaklandım ve yanlarına gittim. "Baba," dedim ve ona sarıldım. "Kendini yıpratıyorsun, yapma bunu..."
Uzunca bir adamdı, yüzü onu sert gösterse de aslında çok yumuşacık bir kalbi olduğunu biliyordum, gözlerimi babamdan alıyordum; bal renkli gözleri, sakal ve bıyıkla kaplı çene ve civar hattı, uzun favorileri, geniş bir alnı vardı.
Elleri saçlarıma değerken, "Ablana bir şey olmayacak, biliyorsun değil mi?" diye fısıldadı. Annem de yanıma gelip, eliyle anaç bir tavırla sırtımı sıvazlarken, "Bundan şüphemiz yok, Zühre'ye hiçbir şey olmayacak, Ay Kız o, değil mi Efe? Küçükken dediğin gibi..." dedi.
Ay Kız...
Hatırlaman gerek...
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ballı süt | bxb.
Novela Juvenil"buradayım," iki çocukluk arkadaşı. efe ve batu. aralarına giren şehirler, ülkeler, koca bir gökyüzü ve silik hatıralar... hatıraların her detayını ezbere bilen batu bal, hatıralarını kayıplara karıştırmış efe süt... dev bir vicdan azabını bağrında...