dokuzuncu bölüm: yaban arısı.

802 73 37
                                    

10 Temmuz 2015

Önümde, şehrin mayhoş görüntüsü; güneşin loş akşam ışığının etrafa saçılışı ve şehrin ışıklarının yavaş yavaş yanışını bir aşkla seyrediyordum. Üst yanımda bordo renkte bir hırka, dizlerimi çekmişim karnıma kadar, çenemi dayamışım dizlerimin üzerine ve gözlerim dolmuş benden habersiz, bakıyorum yokluğa...

Her şey öyle tuhaf bir yöne evriliyordu ki... Nasıl işin içinden çıkabileceğimi bilmiyordum.

Bir bankın üstünde yalnız başıma oturuyordum. Sol tarafımda bir sokak lambası duruyordu. Sağ tarafımdaysa bir çöp kutusu. Eski bir yerdi burası, muhtemelen pek bileni olmayan, ayrılan sevgililerin ruhlarının bulunduğu; acısıyla, tatlısıyla ve kendi başına güzel bir yerdi. Bense sadece, bir şeylerden kaçmak istediğim zaman buraya gelir ve tüm bunlardan kurtulurdum.

Bugün... Doğum günümdü.

"Böyle senin gibi dertli çocuklar, hep çok yaşarmış, biliyor musun evladım?" Arkamdan duyduğum horultulu ses tonuyla, omzumun üzerinden arkama baktım. Ardından sesin sahibinin bir çiçekçi teyzeye ait olduğunu anlayıp, kafamı geri önüme çevirdim. "Oturabilir miyim?"

Kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım onu.

Oturdu. Çiçek sepetini dizlerinin üzerine koydu ve dağılmış çiçekleri, buket hâline getirmeye başladı.

"Kaç yaşındasın, oğlum?"

"On bir oldum," Yüzümü astım. "Bugün."

"Doğum günün mü?" dedi sevinçle.

"Evet," dedim fakat başımı ona çevirmedim.

"E, neden mutsuzsun bakalım?"

"Bilmiyorum." Bir ağlama nöbetine tutulmama ramak kalmıştı. Gözlerimi kapatarak, gözyaşlarımı hapis ettim pınarlarıma.

Hislerim karman çormandı. Ne hissettiğimi, ne hakkında neyi bildiğimi ya da hayattan ne istediğimi, hiçbir şeyi bilmiyordum. Ve bilmemek, bir bilinmezliğin içinde kaybolmak; aynı, gece yarısı yağmur altında, kırık bira şişelerinin ardı arkasına dizilmiş sokaklarında yürümeye benziyordu. Önüne herifin biri atlayabilir ve boğazını hiç acımadan, küçük bir çakıyla kesebilirdi. Ya da umduğun gibi bir sokak da çıkmayabilirdi. Belki de o sokakta âşık olurdu, o sokakta ilk kez el ele tutuşurdun veya dünyanın en mutlu haberini o sokakta alırdın... Kim bilir? Bilinmezlik bu yüzden boktandı işte.

Yanımdaki kadın da bilinmezliğin ve o sokağın bir parçasıydı. Ya iyiydi ya da kötü. Aksi olabilir miydi, arada kalmış olabilir miydi? İyiliğin ya da kötülüğün arası var mıdır? Bir insan hem suçluyken hem de mağdur olabilir mi?

Olabilirse de, benim kurallarımda yoktu. Ve benim kurallarımda olmayan her şey, o sokağa aitti.

"Senin yaşında bir kızım var, arada çiçek satmama yardım eder ama hep onun okul okumasını istedim. Benim gibi sokaklarda sürünmesini, arabaların önüne atlayıp, 'abim bir dal çiçek ister misin,' demesini değil, ben onun büyümesini; güzel, çalışkan ve güçlü bir kadın olmasını istedim. Ama onun fedakâr bir ruhu var. Yorulmamdan korkar. Kırık dökük bir gecekonduda yaşıyoruz biz evladım, yedi-sekiz yıl öncesine kadar dışarıdaki sokak lambası aydınlatıyordu evin içini. Çok zorluklar gördüm bu hayatta. Hem senin, anan baban nerede?"

"Dershaneden kaçtım. Eve dönmeme daha çok var."

Ona baktım. Çiçeklerini ayırıyordu hâlâ. Gülleri ve papatyaları bir yana, menekşeleriyse bir yana... Sonra saplarını lastikle tutturuyor ve bir ambalaja sarıyordu hazırladığı çiçek buketini.

Hasır sepeti pek büyüktü. Bazı yerleri hasar görmüştü, eski bir sepet olduğu her hâlinden belliydi. Kadının buruşuk elleri titrekti. Gözleri cam gibi, masmaviydi. Kınalı saçları, kafasındaki tülbentin yanlarından gözüküyordu. Burnundaki kemik, onda bir kusur olarak durmuyordu. Yüzüne uyuyordu.

Gençken de çok güzel bir kadındı, eminim.

Gül buketinin içinden bir tanesini çıkarıp, bana uzattı. "Doğum günün kutlu olsun, oğlum."

"Teşekkür ederim ama kabul edemem, yabancılardan bir şey alırsam aileme açıklayamam çünkü..."

"Yanında bir kitap var mı?" diye sordu.

Kafamı aşağı yukarı sallayarak onlayadım ve yanımdaki sırt çantamı, ayaklarımı yere indirdikten sonra bacaklarımın üzerine aldım ve fermuarını açıp içinden 'Gurur ve Önyargı' kitabını çıkardım.

Kadın, gülümseyerek aldı ve ortalardan bir sayfa açıp, gülün alt kısmından küçük bir parça kırıp açtığı sayfaya gülü nazikçe yerleştirdi. Aynı nazik davranışla kapağı kapattı ve kitabı bana uzattı. "Böylece  gül kuruyacak ve sonsuza dek seninle kalacak."

"Ama... Teyzeciğim..." Gözlerim dolmuştu. Bu kadın iyiydi. Fakat hâlâ, o sokağın bir parçasıydı. Bakışları umursamaz olduğundan yapabileceğim tek şey, itiraz etmemek olduğunu anladım: "Teşekkür ederim."

Başımdan okşadıktan sonra, "Önemi yok, evladım. Sen de üzülmeyi bırak. Hayat hep sana gülsün. Hayat hep senin yanında olsun, e mi?" diye söylendi ve hasır sepetinin kulbunu kolunun arasına sıkıştırdı. Ayaklanıp, "Kendine iyi bak evlat..." yanımdan uzaklaştı çarçabuk.

Bazen yabancılarla konuşmak iyi gelebilir. Ama onların kötü olmadığına eminseniz tabii. Her zaman için size 'kendinize iyi bakmanızı' söylemeyebilirler. Ben şanslıydım. Çünkü benim kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.

.


ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin