yirminci bölüm: ay kız, zühre.

521 57 70
                                    

yirmiye vardık, kutlu olsun... ballı süt bin okunmayı aştı... oylarınızdan birazcık istesem? ':

günümüz.

Evle taksi durağının arasında sekiz yüz adım vardı. Taksi durağına varana kadar saymıştım... Durağa vardığımızda, içeriden bir şoföre seslendik ve taksiye bindiğimizde, Zühre'nin kaldığı hastanenin adresini verdim. Benzin istasyonların, bir şemsiyenin altında yalnız başına durakta bekleyen takım elbiseli adamların, sis düşmüş sokak lambalarının yanından geçtik. Yirmi dakika kadar sonra oraya varmıştık fakat sıkıntılı bir stresten yüreğim paramparça oluvermişti sanki... Taksi şoförüne cüzdanımda kalan son parayı ödediğimde aracı terk ettik ve Kerim'le beraber koşar adım hastaneye doğru ilerledik. Fakat hızımın yeterli olmadığını fark edip, koşmaya başladım.

Hastanenin içine girdiğim gibi gördüğüm ilk danışmanın yanına gittim. Bankonun üzerine ellerimi yerleştirdim ve "Zühre Yazıcı! Hangi katta, hangi odada kalıyor?" diye sordum, tedirginlikle.

Arkamdan duyulan Kerim'in ayak sesleri, sessiz hastanede yankılanıyordu.

"Efendim, hemen bakıyorum," dedi kadın ve bilgisayardan bir şeyler girip, bekledi. Sessiz bekleyiş sabırsızlığa gebe kalıyordu. Dudaklarım titremeye başlarken, "Çabuk olur musunuz lütfen," diye direttim.

"Zühre Yazıcı, demiştiniz değil mi?"

Arkamdan Kerim, sabırsızlıkla, "Evet!" diye konuştu.

"Zühre Yazıcı," diye söylendi kadın ve doğruca yüzümüze bakıp, ameliyatta olduğunu söyledi. Kendimi bankonun önünden uzaklaştırdığımda, Kerim kadınla konuşmaya devam etti ve sırtımı duvara yaslayıp ağlamamak için direndim.

Ne yapacağımı bilmiyordum, işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Her şeyin bedelini ödemiş miydim gerçekten? Yoksa ödeyeceğim bir ton bedel daha mı vardı... Bilinmezliklerden korkarken, en bilinmezi de bendim ya... Ölemez değil mi, okurlarım? Benim ablam, canım ablam, Zühre... Ölmez değil mi? Tenimin içinde kıpırdanan bir şeyler hissediyordum. Her yanımdan bir dürtü akıp geçiyordu. Tüylerim diken diken oluyor, yoğun ışıktan dolayı kısılan gözlerim bir anda yaşla doluyordu; ne içindi tüm bunlar, neden hep ağlıyordum devamlı ya da şöyle sormalıyım: Neden olmuyordu?

Neden hiçbir şey olmuyor yahut olduğunu sandığım anda kayışları elimden bırakıyordum? Bir depremin, bir enkazın altında yaşıyormuş gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi... Neden olmuyordu?

Kerim ve danışmanın konuşması bittiğinde, Kerim çaresizlikle yanıma geldi ve koluma girdi. "Bak, hâlâ geri dönebiliriz, buraya gelmene gerek bile yoktu ki..." dedi.

"Bugün ablamın yanında olmazsam, bir daha hiç olamam, Kerim," diye fısıldadım ve kolundan ayrılıp, merdivenlere doğru ilerledim.

"Tamam, o zaman," deyip yanıma geldi ve tekrar koluma girdi. Gözlerime dolan yaşları gözümden ayırmamayı başarmıştım. Öğreniyordum. "Çok ağlıyorsun, Efe... Çok ağlıyorsun." diye ekledi, iç geçirir gibi bir hasetle.

Onu duymazlıktan geldim. Taş mermer basamaklara yavaş yavaş basarken, soğuk demir korkuluklardan tutunarak tırmanıyordum merdiveni. Kerim, kadından yeterli bilgili almış olmalı ki, iki kat yukarı çıktıktan sonra, "Buradan," dedi ve eli, kolumdan kayıp, elime kenetlendi.

Elimi, çabucak elinden ayırdığım gibi, arkasından onu takip etmeye devam ettim. Yaptığımı anlamamış gibi omzunun üzerinden bir saniyeliğine baktı fakat devamlılığını sürdürmedi bakışları. Koşar adım ilerledik. Uzun bir koridoru geçtik. Hastanenin o şurubumsu kokusu hiçbir hastanede farklılaşmayacaktı ve ben hep, bu kokudan nefret edecektim.

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin