günümüz.
Mesaja bir cevap yazacaktım ki, servis tekrar durdu, Faruk Abi homurdanır gibi söylenirken; içeri daha önce serviste görmediğim bir delikanlı girdi... Fakat aldırış etmeden kafamı yeniden pencereye yasladım. Ta ki yeniden servisin motoru çalışana ve yanıma bir çanta atılana dek.
Sol tarafa döndüğümde, burnumun ucunda bir fotoğraf kamerası duruyordu ve doğruca o makineye bakıyordum. "Çekiyorum, gülümse," dedi, bense doğruca yüzümü örttüm ellerimle.
Korkardım ya, yüzümün başka zihinlerde kaydedilmesinden. Bilinmezlerden.
"Yapma," diye söylendim fısıldar gibi. Fotoğraf kamerasının aşağı indiğini bir dürtüden anladım nasılsa. "Fotoğrafımı çekmemişsindir umarım."
"Sikeyim ya, tamamen bulanık..." dedi ve güldü. "Neyse, adın ne?"
"Anlamadım?"
"Adın ne?"
"Sana ne? Kalkar mısın yanımdan?"
Dudağını ağzının içine kıvırdı ve, "Aslında... Hayır. Kalkamam," dedi.
Sabrımın sınandığı aşikardı. Lakin sabretmek zorundaydım. Zorundaydım çünkü tartışmak ya da bir gürültünün, bir güvensizlik kılıcının yamacında can vermek istemiyordum.
Bu yüzden kucağımın üzerindeki çantamı sıkıca karnıma bastırıp, kafamı sertçe pencereye doğru bıraktım.
"Adın ne?"
Birkaç saniyede bir bu soruyu soruyordu.
Dudağımın görünmez fermuarını, ağzımın içinden çıkıp dudaklarımı ıslatan dil yardımıyla açtım. "Bir adım yok ya da seninle tanışmak istemiyorum. Bırakırsan uyuyacağım."
"Adın ne?"
Gözlerimi yukarıya doğru kaldırıp derin bir nefes verdim dışıma. "Bazen insanların ciddi anlamda sorunları olduğunu düşünmeye başlıyorum. Biliyor musun, harbiden Allah birkaçınıza beyin vermemiş olabilir. Olabilirliği yüksek yani."
Güldü. Sonra da bir ışığın solumdan patladığını göz ucuyla gördüm. Anladığım kadarıyla fotoğrafımı çekmişti. Yerimden kalkıp, "Ne yapıyorsun!" diye bağırdım. Sonra servisteki diğer herkes bana baktı.
Faruk Abi, "Çocuklar, ne oluyor bakayım?" diye sordu.
Yanımdaki çocuk, "Bir şey yok, abi... Arkadaş biraz fazla agresif gibi." diye cevap verdi, benim yerime ve böylece kendimi koltuğa geri bıraktım.
Fısıldayarak, "Şansını zorluyorsun," ardından da birkaç küfür saydım. "Tanımadığın insanlarla böyle yaklaşırsan cevabını da böyle alırsın."
Yüzündeki o çelimsiz gülümseme tüm yüzünü kaplamıştı. Yukarıdan bağlı, biraz uzun ve düz sıcak renkli kızıl saçları, yüzüne dağılmış tanrı vergisi çilleri, dudaklarındaki kuru maske, bunların hepsi onun bedenine aitti. Çenesi top ve öne çıkıktı. Küçük kulakları vardı. Elinde tuttuğu çok da profesyonel olmayan bir kamera, el bileğini kaplayan birkaç tane bileklik ve üzerindeki kapüşonlunun kolları dirseğine kadar sıyırılıydı. Göz rengi ela. Onun hakkında bahsedeceğim şeyler tümüyle bu kadar. Bu o, o kim... Bilmiyorum.
"Tamam, o hâlde... Baştan alalım?" diye sordu ve elindeki kamerayı kapüşonlusunun cebine sokuşturdu. Elini sıkmam için uzattı. "Ben Kerim ve okula bugün geldim. Ama hiçbir derse giremedim, tüm gün müdürün odasında kaldım. Babamın odasında."
"Ne yapabilirim?"
"Ne yani, tanışmayacak mısın şimdi?"
"Fotoğrafımı silersen tanışabilirim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ballı süt | bxb.
Jugendliteratur"buradayım," iki çocukluk arkadaşı. efe ve batu. aralarına giren şehirler, ülkeler, koca bir gökyüzü ve silik hatıralar... hatıraların her detayını ezbere bilen batu bal, hatıralarını kayıplara karıştırmış efe süt... dev bir vicdan azabını bağrında...