on dördüncü bölüm: özlem.

736 64 143
                                    

bilgilendirme: artık çok fazla 2014'e gidip gelmeyeceğiz. günümüz'den devam etmemiz gerekecek...^^

günümüz.

Mutfakta, okuldan sonra kendime hazırladığım sandviçi yavaş yavaş ısırırken düşüncelere dalmış gidiyordum. Üniformamı bile üzerimden çıkarmamış, kısık gözlerimdeki uykuyu gidermemiş ve açlıktan midemin sırtıma yapıştığını hissetsem de yemek yemeye daha yeni başlamıştım.

Mutfaktaki televizyonu, odada ses olması niyetiyle açmıştım. Küçücük, kafa kadar bir televizyondu. Yalnızca birkaç kanal vardı içerisinde. Onlardan biri de haber kanalıydı. Spiker ülkeden ve dünyadan bahsederken; sesler, zihnimde yalnızca bir illüzyondan ibaretti sanki.

Duyamıyordum. Duymaya çalışsam, geri kafamın içine gömülüyordum.

Bu aralar çok dalgındım. Her an düşünmem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Hislerimle mantığımı ayırt edemez olmuştum. Hayatımdaki kuramları ve kuralları çiğneyip geçiyordum. Derslerine, ailesine ve çevresindeki her şeye takıntılı olan o çocuğa ne yapmıştım ben?

Sandviçimden bir ısırık daha aldığımda, ağzımda; ekmeği, peyniri ve domatesi sıvılaştırana dek çiğnedim. Yutarken bile yavaştı sanki her şey. Ağırlaşmıştım. Ağır geliyordu her şey. On saatlik uyku, yetmiyordu. Dokuz saatlik okul ve iki saatlik yolculuk bir cenaze törenine dönüşmüştü sanki. Sokaklardaki insan kalabalıkları korkutur olmuştu gözümü.

Üç hafta önceki beni, altı yıl önceki beni, üç yıl önceki beni... Eskiye dair her şeyimi... Özlüyordum.

Mutfağın karşısındaki dış kapı bir melodiyle çaldı. Tak, taka tak tak... Sandviçimi porselen tabağın üzerine koyup yerimden kalktığımda, az önce üzerinde oturduğum sandalye ayağa kalkmamla birlikte geriye doğru sendeledi. Masanın önünden kenara çekilip, kapıya doğru yürüdüm. Mutfak kapısının önüne vardığımda açık kapıdan dışarı çıktım ve birkaç adımla dış kapıya vardım. Önce kapıyı sürgüledim, ardından kapı kulpundan kavrayıp kapıyı açtım ve geriye doğru çekildiğimde, turuncu saçlı çocukla karşılaştım.

Heyecandan yoksun bir yüz ifadesi ve ses tonuyla, "Efendim, Kerim?" diye sordum.

Gülümsedi ve yanımdan geçip, içeri girdi.

"İçeri davet etmemiştim..."

Ayakkabılarını çıkardığında kenara koydu ve, "Nerede oturuyoruz?" diye sordu.

Kapıyı kapattım ve, "Mutfağa geç," dedim bıkkınlıkla. "Neden geldin?"

Az önce benim oturduğum yere oturdu ve yarım sandviçi kavrayıp yemeye başladı.

"O, benimdi..." dedim ve yanına doğru yürüdüm. "Benim ağzımdan neden yiyorsun!"

Ağzı dolu bir şekilde, "Ne olmuş?" dedi.

Bu çocukla herhangi bir polemiğe, bir tartışma içerisine giremezdim ve bu yüzden pes edip masanın karşı tarafındaki sandalyeyi çekip oturdum. Bir saattir ağzımda gevelediğim sandviçi iki dakika içerisinde bitirdi ve peçeteyle ağzını temizlediğinde, daha hiç içmediğim su dolu bardağı kafasına dikti. "Doyurucu değildi ama idare ederiz," deyip bana baktığında, göz devirdim. "Ne oldu, canım?"

"Neden geldin sen yine?"

"Canım istedi."

"Kerim," Elimi masaya koyup ayağa kalktım ve önündeki tabağı alıp lavaboya doğru ilerledim. "Bazen hayatsız bir aptal gibi davranıyorsun. Yaptıkların kaba bir cahilin yapacağından daha mantıksız. Hayatı torpilden, şakadan falan ibaret sanıyorsun," Tabağı lavabonun içine bıraktığımda yarım bıraktığım cümlemi kısa gürültü doldurdu. "Sanki tüm insanlar sana tapmak zorundaymış gibi davranıyorsun. Senin seçtiğin herkes senin arkadaşın olmalı," Musluğu açtım ve tabağı sudan geçirdim. "Seçtiğin herkes balonlarını sana emanet etmeli, sana güvenmeli. Ama bilmiyorsun ki..."

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin