üçüncü bölüm: notanın öfkeyle dansı.

1.4K 137 83
                                    

2014

Omzuma sertçe vurduğunda bakışlarımı yere eğdim. "Aptal! Her şeyi berbat ettin, bak gör! Senin yüzünden anneme hediyesini veremeyeceğim. Aptalsın, Efe! Gerçek bir aptalsın! Zinciri kopardın resmen."

Sandalyeden aşağı indiğimde, omzumu tuttum. Omzumun acısını dindirmek ve gözümde -sürekli ağlıyordum ve yorulmuştum artık- biriken yaşları bastırmak için gözlerimi yumup dişlerimi sıktım. O ise kopardığım zinciri bir şekilde onarmakla meşguldü.

Nasıl yapmıştım bilmiyorum ama annesine yaptığı kolyeyi berbat etmiştim. O da bana vurarak cevap vermişti.

Omzum mu acıyordu, yoksa kalbim mi sızlıyordu? Hangisini daha çok acıtmıştı vurduğu darbe?

Tam anlamıyla bir fiyaskoydum.

Ben onun bu hallerini bile çekerdim, evet. Onun için cehenneme bile bırakırdım kendimi korkusuzca... Uçmamı istese, kuşlarla anlaşır öğrenirdim bir şekilde. Ya da bana, "Yüksek bir yerden at kendini," dese; bırakırdım uçurumdan aşağı bedenimi.

Fiyaskoydu.

Çünkü ne hâlde olduğunu ya da benim ne hâlde olduğumu göremeyecek kadar fiyaskoydu hem de. Dikkatlice zinciri izleyen o küçük, parlak mavi gözlere bakınca çocuk kalbim atıyordu lakin o bunların hiçbirini bilmiyordu.

Beni görmüyordu.

Daha önce ağladığımda, hiç gözyaşlarımı silmeye çalışmadı ya da üzüntüm dinsin diye bana sarılmadı. Oysa bir başkası olsa böyle yapardı... Böyle yapmalıydı.

Ama çok uyuşuktu; ağır yürür, ağır yer, çabuk uyur ve zor uyanırdı.

Annesine çok değer verdiğini on yaşında bir çocuk olmama rağmen görebiliyordum. Ben sessizce ağlanıp sızlarken, içerideki odadan piyano sesi duyuldu ve yavaş adımlarla kapıya kadar vardım. Söveye tutunup dinlemeye başladığımda, kafamı söveye yaslamıştım.

Çok güzel bir parçaydı. Ruhu açıyordu... Heyecanlanmıştım.

"Annem çalıyor," dedi, pişmanlıktan uzak kısık bir ses tonuyla. "Sadece mutsuzken çalıyor. Hep piyano çaldığında ağladığını görüyorum. Ama hiç bunun hakkında konuşmadık. Onu mutlu etmeye çalışıyorum ama senin gibi beyinsizler yüzünden her şey mahvoluyor... Varlığınızdan nefret ediyorum."

Onu duymak gelmedi içimden ama yaptım bunu. Keşke kulaklarım onun sesine mühürlenseydi. Duymasaydım onu.

"Bense," diye fısıldadım. Duymayacağını bile bile. "Her gün yanında olmaya çalışıyorum."

Melodi alevlendi, notalara sert sert basıyordu kadın.

Sandalye gıcırtısı işittim arkamdan ama kafamı hiç çevirmedim o yana. Sonra parkelerin çatırtısı duyuldu her adımında. Giderek artan ses yanıma kadar ulaştı ve az önce acıyan omzumu bir el sardı.

"Seni duydum," dedi, bu kez sesinden bir acıma okudum. Eli omzumdan, bileğime kadar indi ve bileğimi kenetleyip yavaş adımlarla odadan çıktığında beni de arkasından çekti.

Seni duydum, böyle demişti. Belki de çoğunuza çok anlamsız gelecek bu cümle fakat benim için öyle anlamlıydı ki... Beni duymuştu, üstelik fısıldamama rağmen duymuştu... Duymuştu...

Omzumun sızısı giderek dinerken uzun koridoru yavaş adımlarla geçiyordu. Yerdeki yumuşak halıya çoraplarımla basıyordum. Bedenim tamamen onun kontrolü altındaydı. Ona kuklaydım şimdi.

Bir odanın önüne vardığımızda bileğimi bıraktı ve yüzüme baktı. Gözlerimin içine bakmıştı doğruca. Etli yüzüne hüzünlü bir ifade hakimdi. Sonra doğruca önümüzdeki kapıya baktı. Kapı tokmağını kavrayıp yavaşça döndürdüğünde kapıyı aralıklı bir şekilde açtı ve içeri bakmam için beni yanına çekti.

İçeri baktığımda, bize sırtı dönük olan kadın; pencerenin önündeki piyanosundan, o güzel şarkıyı çalıyordu şehre... Parmakları, tuşların üzerine sert dokunuşlar bırakıyor ve keskin notalar doğuruyordu. Kadının hıçkırıklarını işittik. Ağlıyordu. Saçları uzunca, kambur duran sırtının yarısına dokunuyordu. Üzerindeki beyaz elbise kefeniydi sanki.

Dakikalarca izledik kadını... Kadın çaldı, biz dinledik. Kadın ağladı, biz sustuk. Bugün kapalıydı hava, her şeye rağmen solmuştu bahar: Bu kasvetli şarkının hemen ardından.

Daha fazla dinlemeye dayanamadığı belliydi, bal'ın. Bu yüzden kapıyı, açtığı gibi sessizce kapattı ve kolumdan sertçe çekip, arkasında sürükleyerek odasına götürdü. İçeri girdiğimizde kapıyı hızlıca kapattı ve sessiz odada kapının yuvasına geçme sesi yankılandı. Öyle bir duyulmuştu ki, beni bıraktığı tarafta irkildim. Kendini yatağa atıp, ağlamaya başladı. Üzerine yorgan örttü. İç çekerek, söylenerek ve burun çekerek ağlıyordu. Dakikalarca bu yakarışlara maruz kaldım.

Fakat ben, o değildim.

Yanına gittim. Yatağının kenarına oturdum. Yorganla kapalı omzunu yavaşça küçük elimle sardım. "Lütfen," deyip, dudaklarımı ıslattım. "Bal,"

Yorganı üzerinden hafifçe kaldırıp, an budur diyerek onu kucakladım.

"Lütfen ağlama... Ne olursun!"

Gözlerimi, omzuna gömdüm.

"Omzun acıyor mu, süt?"

Kafamı iki yanıma salladım.

"Özür dilerim. Konu annem olduğunda..."

"Biliyorum, Batu. Dil dökme. Sadece, ağlamanı istemiyorum."

"Neden?"

"Sen üzüldüğünde benim de bir tarafım acıyor böyle... Bilmiyorum, Batu. Bal. Bilmiyorum."

"Sen hiç üzülme asıl, süt. Sen tek ve en yakın dostumsun. Mezara kadar..." Doğruldu ve omuzlarımdan tutup beni de doğrulttu. Serçe parmağını uzattığında, birkaç saniye sadece parmağına baktım. Sonra ne yapacağımı anlayıp serçe parmağımı onun parmağına doladım.

"Mezara kadar..." dedim.

*

sözlerinde durabilecekler miydi? yeterince dürüst müydü dünya?

ballı süt | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin