(Bölüm Şarkısı/1: Hayd - Changes)
Redrum'un son mesajının üzerinden neredeyse 1 hafta geçmişti ve Instagram gönderilerime yazdığı saçma yorumları saymazsak o günden beri, bir daha bana yazmamıştı. Ama beni de öyle bir karmaşa içine hapsetmişti ki, zihnim girdiği bunalımdan çıkamıyordu. Günlerdir yaptığım tek şey, düşünmekti. Düşünmek! Düşünmek! Daha fazla düşünmek! Sadece düşünüyordum. Düşünüyordum ama bir sonuca varamıyordum...
"Mahur!"
Mesajlarına cevap yazmıyordum ama yine de onu, deli gibi merak ediyordum. Kimdi? Neredeydi? Hayatımdaki yeri neydi? Ne yaşanmıştı, aramızda? Neden anonim olmayı seçmişti? Ben ne için onunla iş birliği yapıyordum? Ona ne sözü vermiştim? Eğer, geçmişte duygusal bir birlikteliğimiz olduysa neden onu hatırlamıyordum? Diyelim ki olmuştu, o zaman neden ayrılmıştık? Ya da ben de neden ona dair bir iz veya his yoktu? Her şey, cevabı bilinmez koca bir boşluktan ibaretti ve bu çok sinir bozucu bir durumdu.
"Mahur!"
Kahretmesin! Bana hissettirdiği tek şey tedirginlik ve karmaşadan ibaretti. Ve ben tüm bunları aşamıyordum. Aslında ben, son zamanlarda hiçbir şeyi aşamıyor, gün geçtikçe de kendi içimde kayboluyordum...
"Mahur!" İrkilmiş bakışlarım Henrik'i buldu.
"Efendim." Dedim, şaşkınca.
"Deminden beri, sana sesleniyorum ama duymuyorsun. İyi misin?"
"Üzgünüm dalmışım. Ve evet, iyiyim. Ne diyordun?"
"Görüntüler çıkınca sana, hem mail yoluyla hem de elden teslim ederim."
"Teşekkür ederim, Henrik."
"Rica ederim ama sen iyi olduğundan emin misin?"
"Evet." Diyip, yalandan gülümsedim. Emin olmak için birkaç saniye yüzüme baktı. Ardından çatılan kaşlarını düzeltip derin bir soluk verdi.
"Pekâlâ, sanırım artık gitmeliyim. Kitap kulübüne geç kalıyorum. Kendine iyi bak. Sonra görüşürüz." İnanmış olacak ki, üstelememişti. İşime gelmişti.
"Sen de kendine iyi bak, görüşürüz."
Uzaklaşan Henrik'in ardından elimi salladım ve elimde fotoğraf makinemle güzel bulduğum görüntüleri ölümsüzleştirmeye devam ettim. Bir yandan da zihnimde yaşantımı tartıyordum. Nüfuzlu ve tanınmış bir ailenin en büyük çocuğuydum. Annem, bilim insanıydı. Babam ise, emekli yargıç. Ama 4 yıl önce boşanmışlardı. Ve ardından ikisi de yeniden evlenip biri, Meksika'ya öteki de, Hindistan'a yerleşmişti.
Ben ve kardeşlerim ise, büyükannemler ile Türkiye'de kalmıştık. 18 yaşıma girince Keyser Üniversitesi'ne başvuru yapıp kabul edilmiş ve Norveç'e taşınmıştım. Benden sonra, gelen ikiz kardeşlerimden Miraç, İtalya'yı Meriç'de, Almanya'yı tercih etmişti. Geçen sene 18 yaşına giren en küçük kardeşim Mahru'da İspanya'ya taşınmıştı. Böylece ailecek Avrupa Birliğine girip, Avrupa vatandaşı olmuştuk. Ne ironi ama!
Aslında, Norveç Avrupa Birliği üyesi olan bir ülke değildi ama sonuç olarak Avrupa kıtasında olan bir ülkeydi. Tıpkı İsviçre gibi. Ve hepimiz liseyi İsviçre'de okumuştuk. O da ayrı bir meseleydi...
Asıl gariplik, 4 yıl önce boşanan anne ve babamın geçen sene ikinci eşlerinden de boşanarak 2 ay önce yeniden birbirleriyle evlenip dünya turuna çıkmalarıydı. Umarım, yeni bir çocuk daha yapmazlardı. 22 yaşında bir kardeş daha kaldıramazdım. Kaldı ki, yeterince sorumsuz ve havai olan bu ebeveynlerin yeni bir çocuğun daha hayatını karartmalarını da istemezdim. Çünkü mutsuz bir çocukluk demek, ömür boyu hissedilen eksiklik demekti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRSAM | YARI TEXTİNG
RandomHayatı oyun sanıp belli planlar ve kurallar dahilinde yönetmeye çalışırken farkında olmadan aslında, kendi içimizde kaybolup oradan oraya sürükleniyor, doğru ile yanlışı aynı mantık çerçevesi içinde arıyorduk ama unuttuğumuz bir şey vardı. Biz, birb...