(Bölüm Şarkısı: Seksendört - Söyle)
Pazartesi sabahı, okuldan içeri girerken üzerimde geçen 2 haftanın hüznü, halsizliği, uykusuzluğu ve yorgunluğu vardı. Yüzüm gözüm hem ağlamaktan hem de uykusuzluktan şişmişti ama belli olmasın diye makyajla kapatmıştım. Kendimce her şey yolunda imajını oluşturmaya çalışıyordum ama hiçbir şey yolunda falan değildi.
Üzerimdeki bakışları umursamadan kafeteryadan içeri girip cam kenarında bir masaya oturdum. Açtım ama canım yemek yemek istemiyordu. 2 haftadır olduğu gibi. 6 kilo vermiştim ve 49 kiloya düşmüştüm. Çok çirkin ve çökmüş görünüyordum. Kıyafetlerim bile bol oluyordu. Kollarımı masaya koyup başımı kollarımın üstüne yasladım ve kafeteryadaki uğultular eşliğinde düşüncelerim arasında kayboldum.
Jonas'ın evinden ayrılınca çocuklarla da tartışıp evden ayrılmıştım. Şimdi, bir otel odasında yalnız başıma sürünüyordum. İstediğimde bu değil miydi, zaten? Onlardan uzak durmak. O halde canım neden bu kadar çok yanıyordu? Neden o yokken nefes alamıyormuş gibi hissediyordum? Ya da o olmadan yaşayamazmışım gibi... Bu düşünceler bir ok gibi kalbime saplanıp kalbimi kanatıyordu. Onu istiyordum. Onunla olmak istiyordum. Onunla olmak ve kaybolmak...
Ama şimdi bir başıma kalmış ve kaybolmuştum. Başımı iki yana salladım. Başarabilirdim. Ona ihtiyacım yoktu. Ya da diğerlerine. Kendi yönümü kendim bulabilirdim. Aslında, tüm bu olanlardan sonra hepimizin iyiliği için böyle olması daha iyi olmuştu. Olması gereken de buydu. Ama her şeyden önemlisi kendi gururum içindi...
Üzgünce iç çekip başımı kaldırdım. Hemen çaprazımdaki masada gülüşen Jonas ve sadece giyinişiyle değil, aynı zamanda dış görünüşü ve davranışlarıyla da bana benzeyen kıza kaşlarımı çatarak baktım. Buna alışıktım. İnsanların birbirine benzeme çabasına. Çünkü günümüzde herkes birbirine benzemeye çalışıyordu. Ve bence bu, kişinin eksik özgüveninden kaynaklıydı. Bunun sonucunda da sosyal medya kurbanı olup kendi olmamasından doğan sahtekarlıklığıydı. Oysaki insan, kendi olduğu sürece özgün, özgür, güzel ve farklı olması yanı sıra özeldi de...
Artık, bu durumu yadırgamıyordum. Şu an için yadırgadığım durum; Jonas'ın kıza gülmesi ve kızla konuşuyor olmasıydı. Çünkü o, her zaman sert bir duruşa sahipti, gerekmedikçe çevresine kimseyi yaklaştırmaz ve kimseyle de muhatap olmazdı. Ama şimdi...
"Oğlum amacınız ne lan?" Giray'ın yüksek çıkan sesine karşın bakışlarımı o tarafa çevirmeye cesaret edemedim. Ama yine de yüksel çıkan seslerinden ötürü, ister istemez konuşmalarına kulak misafiri oldum.
"Sen tilki fikirlisin bulursun bir şeyler."
"Ne yapayım? Kavuşmaları için Gülpembe müziği eşliğinde Sinan Çetin'e paravan mı açtırayım?"
"Salak. Yaklaş." Birkaç saniye için sesler kesilmişti ama sonra, Giray'ın yüksek çıkan sesiyle sessizlikleri son buldu.
"Hey, güzeller güzeli! Hey, come on shake your body! Hey, hey you sexy bunny! Söylediğiniz, essah mı yani!" Giray'ın yüksek sesle ve yine şarkıyla karışık kendince yorumlayarak kurduğu cümlelerine karşın, bakışlarım onu ve aynı an da, "essah yani!" Diye eğlenen bir şekilde Giray'ı yanıtlayan; Pamir ve Martin'i buldu. Sonra da ona kaydı...
Gözlerimiz buluşunca gözlerindeki nefret kırıntıları gözlerimin dolmasına neden oldu. Gerçekten, bir an da benden bu kadar mı nefret etmeye başlamıştı? Dolan gözlerimi ondan çekip cama çevirdim. Kalbim acıyordu. Çok acıyordu hem de. Kalbim neden bu kadar çok acıyordu? Ölecek miydim? Hayır. Peki neden bir bakışı bile, ölecekmiş gibi hissettiriyordu? Elimle gözyaşlarımı silerek güç almak istercesine kolyemi tutup sıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRSAM | YARI TEXTİNG
RandomHayatı oyun sanıp belli planlar ve kurallar dahilinde yönetmeye çalışırken farkında olmadan aslında, kendi içimizde kaybolup oradan oraya sürükleniyor, doğru ile yanlışı aynı mantık çerçevesi içinde arıyorduk ama unuttuğumuz bir şey vardı. Biz, birb...