2 AY SONRA...
(Bölüm Şarkısı/1: Chromatics - Burning Bridges)
Kulağıma ulaşan uğultular, birbirine yapışmış kirpiklerim ve açılmamak için direnen gözlerim eşliğinde ışığı görmek için çabalayıp direniyor bir yandan da sanki, üzerimden otuz tır geçmişte ben buna rağmen, hayatta kalmış gibi yorgun ve bitkin hissediyordum. Derin bir nefes alıp zorlukla da olsa gözlerimi açmayı başardığımda ışığın yoğunluğundan ötürü, gözlerimi kısıp bir süre ışığa alışmasını bekledim.
"Uyandı! Sonunda uyandı!"
"Doktoru çağırın! Biri doktoru çağırsın!"
"İyi misin?"
Sesler, birbirine girip başımın ağrımasına neden olurken, sonunda gözlerimi açmayı başarmıştım. Çatlamış dudaklarımı neredeyse kurumuş olan dilim yardımıyla ıslattım ve konuşmak için araladım. "Su." Zorlukla ve kısık sesle dile getirdiğim kelime, kuruyan boğazımdan ötürü, kursağımı acıtmıştı.
"Su." Biri, hemen yanımdaki komodinden aldığı bardağa su doldururken diğeri, doğrulmama yardımcı oldu. Ardından, bardağı alıp dudaklarıma yaklaştırdı. Çölde suya hasret kalmış Bedevi misali, suyu kana kana içmeyi planlarken sadece birkaç küçük yudumdan fazlasını kabul etmemişti midem.
"Nasılsın? Nasıl hissediyorsun?"
"Bilmiyorum. İyiyim. Sanırım." Diyip, Jonas'a baktım. Bir hayal gibiydi ve bana boş hissettirmişti. Hiçbir şeyin anlamı yoktu, sanki. Her şey sıradan, anlamsız ve değersizdi. Ben ise, hissettiğim o boşlukta her şeyden bihaber oradan oraya süzülüyordum.
"Hastamız uyanmış. Merhaba, Mahur hanım." Diyip, odadan içeri giren beyaz önlüklü doktoru buldu bakışlarım.
"Merhaba."
"Ufak birkaç kontrol yapıp sizi bilgilendireceğim. Kendinizi nasıl hissediyordunuz?"
"Ben... Bilmiyorum. Sanki boşlukta gibiyim."
"Bu gayet normal. Zorlu bir ameliyat geçirdiniz ve uzun süredir derin bir uykudaydınız." Doktor yanıma yaklaştığında karmaşık bir ifadeyle ona baktım.
"Ben, ne zamandır uyuyorum?"
"7 ay 1 hafta."
"Ne? Nasıl olur? Bu imkansız!"
"Sakin olun, lütfen. İzin verin." Diyip, bitmiş serumu damar yolumdan çıkarırken bir yandan da değerlerimi kontrol ediyordu.
"Ben..." Konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim. Aslında, sadece konuşma yetim değil, kendimi de kaybetmiştim. Hiçbir şey bilmiyordum sanki ya da biliyordum da algılayıp uygulayamıyordum.
"Sen..." Jonas, önce bana baktı ve kararsız kalınca doktora çevirdi, bakışlarını. Jonas'ın endişeyle harmanlanmış meraklı bakışlarına karşın, karnımın içinde hissettiğim kıpırdanmalarla elimi şişkin göbeğime götürüp ovuşturdum. Ne? Bir dakika! Şişkin göbek mi? Bakışlarım kocaman olmuş göbeğimi bulduğunda dehşet içinde doktora döndüm.
"Bu ne? Ameliyat esnasında bir şey mi unuttunuz, içimde? Üstelik kıpırdıyor. Tanrım!" Diyip, doktorun kolunu tutarken doktor gülümsedi.
"Sakin olun, Mahur hanım. Kimse içinizde bir şey unutmadı."
"O zaman neden karnım bu kadar şiş?" Kaşlarımı çatıp doktora baktım.
"Çünkü 8 aylık gebesiniz. Hem de ikizlere."
"Ne! Jonas!"
Gözlerim kararırken fark ettim ki, en başından beri oda da yalnızdım. Jonas, hiç olmamıştı... Jonas sandıklarım ise aslında, Lena ve Henrik'di. Ve benim, gözden kaçırdığım gerçekleri fark ederek büyük bir fedakârlık yapacaklardı. Benim, çabalamadığım hayatım için çabalayacaklar, hayatıma dokunup güzelleştireceklerdi...
(Bölüm Şarkısı/2: Dört Dört İki - Kim Ölü Kim Diri)
Ölü bakışlarımı Lena ve Henrik'den çekip videoya çevirdim. Jonas'dan bana kalan ve içinde, fotoğrafımın saklı olduğu cüzdanı elimde sıkarken bir yandan da Bernd'in ölmeden önce, bana bıraktığı videoyu gözyaşları içinde izliyor ve her şeyi yeni anlıyordum. Biz, kaybedilen bir oyunda önceden seçilip can bulmayı bekleyen esirlerdik. Ve kurgulanıp ayarlanmış bir aşkın, hayatın içinde bize biçilen roller de can bulmuştuk. Yaşadığımız, hissettiğimiz ve gerçekliğinden emin olduğumuz her şey aslında birer yalandı. Tek gerçek vardı. O da şu andı.
Dönüp geçmişe baktığımda bana geriye kalan, kırık bir kalp ve karanlık bir zihinden ibaretti. Aklım, yabancı bir ülkenin bilmediğim bir dili gibiydi. Kafamın içinde çınlayan sessizlik bana; lütfen, bizden vazgeçme diye haykırırken kendimden korkuyordum. Ellerimi kulaklarıma götürüp susturmak istedim. İstedim ama yapmadım. Yapamadım. Çünkü orada Jonas vardı. Orada tüm hayatım vardı.
Ben, ondan ve hayatımdan vazgeçemezdim ama onu oraya da hapsedemezdim. Onu oraya hapsetmek, özgür bırakmayıp zihnimde yaşatmak benim için ölüme eş değer kılıyordu, yaşananları. Ve beni... Bu yüzden onu ve hayatımı, hatta diğerlerini içimde yaşıyordum. İşte o zaman, bu durum çok tehlikeli bir hâl alıyordu, benim için. Birsamlara dönüşüyordu.
Gün içinde bazen, geçmişten kesitler görüyordum. Tüm yaşadıklarımız gözlerimin önünden geçiyor, elimde olmadan her şeyi değerlendirip bir sonuca bağlıyordum. Ama biliyordum ki, gerçek değildi. Ben, bu gerçekliği kabul etsem de zihnim, kabul etmiyor, sığındığı yalanın içinde yaşamayı tercih edip beni, oraya hapsederek yavaş yavaş tüketiyordu.
Zihnim, kısıtlanmış özgürlüğü ve tahrip olmuş yaşanmışlıklarının hükmüyle her gün biraz daha vahşileştiriyordu, içimdeki beni ama bu yıkıcı bilgilerle doldurulmuş zihnim de beni, dizginleyen tek bir şey vardı. O da Jonas'dı. Gerçekliği her ne kadar kuşkulu olsa da oydu. Gerçekti, benim için.
Oysaki ilk zamanlar içinde bir yerler de her daim, bana kuşkuyla yaklaşan oydu. Haklıydı da. Çünkü benim gerçekliğim kuşkuluydu... Ve şimdi, ben de her daim, içimdeki Jonas'a öyle yaklaşıyordum. Kuşkuyla. Gerçekliğinin kuşkusuyla...
Çünkü artık yoktu! Bizden gitmişti! Beni ve bebeklerimizi yalnız bırakıp gitmişti! Jonas, ölmüştü! Jonas, pusuya düşürülüp öldürülmüştü! Ölürken Bernd ve diğerlerini de beraberinde götürmüştü. İzlediğim video, tüm bu yaşanmışlığın bir kanıtıydı, gerçekliğiydi. Ve bu benim canımı yakıyordu. Canım çok yanıyordu. Ama kimse bunu görmüyordu...
Bunu neden yapmıştı? Bunu neden yapmışlardı? Bizi neden yalnız bırakmışlardı? Neden? Neden? Neden? Bilmiyordum! Kahretmesin ki, bilmiyordum! Ben hiçbir şey bilmiyordum. Tüm bu yaşanmışlıklara dair, bildiğim tek bir şey vardı. O da, benim için onların ölmediği her daim içimde yaşayacakları gerçeğiydi.
"Oyunu sen kazandın, sevgilim. İstediğin gibi oldu. Biz, senin, uğrunda öldüğün değerli birer amaç olduk ve sen kazandın. Bizi, güvende tutmak için kendini feda ederek kazandın. Ben oyunu kaybettim, sevgilim. Seni kaybettim. Kendimi kaybettim. Her şeyimi kaybettim. En önemlisi de senden sonra hayatımı kaybettim..."
'Biz,' belki bu hayatta, bu zihnin içinde birlikte olmamıştık, olamamıştık ama başka bir hayatta, başka bir zihnin içinde yeniden karşılaşıp birlikte olacaktık...
-venusdarca
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRSAM | YARI TEXTİNG
RandomHayatı oyun sanıp belli planlar ve kurallar dahilinde yönetmeye çalışırken farkında olmadan aslında, kendi içimizde kaybolup oradan oraya sürükleniyor, doğru ile yanlışı aynı mantık çerçevesi içinde arıyorduk ama unuttuğumuz bir şey vardı. Biz, birb...