(Bölüm Şarkısı: Keys N Krates - Dum Dee Dum (JiKay Remix))
Giray'ın kafesi çok kalabalıktı, bugün. Kafenin sembolü haline gelen gizli tarifli kurabiyeler tükenince ve sipariş çok olunca Giray, siparişleri yetiştirmek için benden ve Hilde'den yardım istemişti. Hilde'nin işi olduğundan görevi tek başıma üstlenmek zorunda kalkmıştım. Ve tam tamına 40 tepsi gizli tarifli kurabiye yaparak Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeye hak kazanmıştım, bence.
Elimde yeni yaptığım ve hâlâ sıcak olan gizli tarifli kurabiyeleri paketleyip kutulara yerleştirirken bir yandan da sabahtan beri, dilime pelesenk olan şarkıyı mırıldanıp dans ediyordum. Kurabiyeleri paketleme işlemim bitince hızla etrafı toplayıp üstümü değiştirdim ve montumu giyinip paketleri alarak evden çıktım.
Kafeye araba, paten, kaykay ya da bisikletle gidebilirdim ama hem kafe yakındı hem de hava güzeldi. Bu yüzden yürümeyi tercih ettim. Winden Ormanı'na girince içimi bir ürperti sardı. O olaydan sonra, ormana tek başıma gelmeyeli uzun zaman olmuştu ve o gün yaşananlar yeniden gözümün önünde canlanmıştı. Yutkundum ve bir an önce ormandan çıkmak adına, kendimi sakinleştirmeye çalışarak seri adımlarla ilerledim.
"Safir!" İkinci adımla seslenip aniden sırtıma atlayan kişi, Martha'dan başkası değildi. Ve bu hareketi beni korkutmaya yetmişti. Elimdekileri düşürmemek için sıkıca tutarken dengemi zor sağlamıştım.
"Ödümü kopardın, Martha." Elimi damağıma götürüp çektim.
"Üzgünüm. Tedirgin görünüyordun. Ben de fırsatı değerlendirip şaka yapmak istedim, sana." Eğlendiği sesine yansımış ve kahkahası ormanda yankı yapmıştı.
"Martha!" Diye inlediğimde dudak büktü. "Şaka yapmak için böyle bir neden mi olur, Allah aşkına?" Keyser kardeşler kesinlikle normal değildi.
"Bence çok eğlenceliydi. Bu arada, sen ne yapıyorsun burada?" Elimdeki kutuları havaya kaldırdım. "Giray'ın kafesine kurabiyeleri götürmek için ormandan geçiyordum ama senin şaka kurbanın oldum. Peki, sen ne yapıyorsun, burada tek başına?"
"Jonas'ı bekliyorum. Çocukluğumuzdaki gibi, ormanda birlikte yürüyüş yapacaktık ama hâlâ gelmedi." Diyip etrafa bakındı. Jonas'ın adını duyunca kalbim teklese de surat ifademi düz tutmayı başardım. "Hey! Niye bu kadar tedirgin duruyorsun?"
Etrafa bakınıp, "öyle miyim? Hiç fark etmedim." Dediğimde, biraz ilerimizde Jonas'ın öldürdüğünü düşündüğüm adamı yeniden gördüm. Hayal gördüğümü düşünüp gözlerimi kapatıp açtım ama hâlâ, oradaydı ve gerçekti. Huş ağaçlarının orada durmuş bir şeyleri eşeliyordu. Aslında emin değildim. O olmayabilirdi de. Çünkü yüzünde maske vardı ama buna rağmen, uzaktan bile olsa yüzünün açıkta kalan kısmı seçiliyordu. Gerçi, geçen seferde şapkasına rağmen, yüzü az da olsa yine de seçiliyordu. Tanrım! Sanırım, deliriyordum. Korkuyla Martha'nın kolunu tuttum.
"Safir. Her şey yolunda mı?" Yutkunup bakışlarımı Martha'ya çevirdim.
"Evet. Şey... Senden bir şey rica edebilir miyim?"
"Tabi ki!"
"Bugün, ödevimin son teslim günüydü. Tamamen aklımdan çıkmış. Bu kurabiyeleri Giray'ın kafesine sen götürebilir misin?" Sorgulamadan başını aşağı yukarı sallayarak kurabiyeleri aldı ve yanağımdan öpüp el sallayarak yanımdan uzaklaştı. Bu hareketi garibime gitse de üstünde durmadım. Çünkü şu an çözmem gereken daha büyük bir problem vardı.
Pekâlâ. Planım buraya kadardı. Şimdi, ne olacaktı? Yaptığım akıllıca mıydı? Bakışlarım adamı bulduğunda eşelediği yerden çıkardığı paketi cebine koyarken göz göze geldik. Kalbim, hızla deli gibi atmaya başladı. Korkudan ayaklarımın bağı çözülürken yüzünü seçemediğim adam, gülümseyip ağaca yaslı duran baltayı eline aldı ve üzerime doğru koşmaya başladı. Elim ayağım birbirine dolanırken bir an da kendimi ormanın derinliklerine doğru koşarken buldum. Tanrım! Benim suçum neydi? Tabi ki de aptal olmam!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRSAM | YARI TEXTİNG
RandomHayatı oyun sanıp belli planlar ve kurallar dahilinde yönetmeye çalışırken farkında olmadan aslında, kendi içimizde kaybolup oradan oraya sürükleniyor, doğru ile yanlışı aynı mantık çerçevesi içinde arıyorduk ama unuttuğumuz bir şey vardı. Biz, birb...