(Bölüm Şarkısı: Mustafa Sandal - Jest Oldu)
O günden sonra, okula dedikodu malzemesi olmakla birlikte bütün hafta boyunca Jonas'dan ve doğal olarak çocuklardan kaçmıştım. Kendimi sosyalliğe kapatıp araştırmalar içine girmiştim. Redrum'un son mesajından sonrada biraz paranoyaya bağlamıştım ama hâlâ, daha ondan korkmuyordum. Çünkü bu zamana kadar bir şey yapmamış, arada boş tehditler savurmuştu. Bu tehditler de sözde kalmıştı. Sanırım, ben de buna güveniyordum ama ister istemez, arada birde kaygılanıyordum. Çünkü onu tanımıyordum ve ne yapacağını ya da neler yapabileceğini tam olarak kestiremiyordum. Tüm bunların dışında, ara sıra ailemle konuşmuş ve burada kalmam konusunda anlaşamamıştık. Mezun olunca önünde sonunda Türkiye'ye dönmemi sağlayacaklarını söyleyip beni iyice strese sokmuşlardı. Yeterince stresli değildim, çünkü. Daha fazlasına ihtiyacım vardı...
Deniz kenarında patenlerle kayarken gözüm sahada tek başına basketbol oynayan Jonas'a takıldı. Onu görünce devre dışı kalan aklım yine beni şaşırtmayarak rezil edecek bir reaksiyon gerçekleştirdi ve ayağım taşa takıldı. Dengemi sağlayamayıp düşecekken son an da banka tutunarak dengemi sağladım ve yere düşüp rezil olmaktan kendimi kurtardım.
Banka oturduktan sonra, aceleyle ayağımdan patenleri çıkarıp kenara koydum. Ardından, iplerini birbirine bağlayarak boynumdan aşağı sarkıttığım spor ayakkabılarımı çözdüm. Ayakkabılarımı giyerken bir yandan da Jonas'ın beni görmemesinin büyük bir şans olduğunu düşünüyordum. Çünkü son yakınlaşmamızdan sonra hâlâ, karşısına çıkmaya hazır değildim. Utanıyordum. Çaktırmadan Jonas'a baktım. Saha da olmadığını görünce telaşa kapılıp bağcıklarımı bağlamadan patenlerimi elime alarak ayağa kalktım ve aynı hızla Jonas'a çarpıp sert bir şekilde banka geri oturdum. Yakalanmıştım.
"Merhaba, Mahur beste." Bana ilk tanıştığımızdaki gibi seslenmişti ve bu hoşuma gitmişti. Utançla başımı eğip bakışlarımı kaçırdım.
"Merhaba Jonas."
"Sanırım, yine benden kaçıyordun ama bu sefer yakalandın." Bakışlarım muzip bakışlarını buldu.
"Hayır. Neden senden kaçayım ki? Kaç- Jonas ne yapıyorsun?" Dediğimde önüme eğilmiş bağcıklarımı bağlıyordu.
"Kaçarken düşmemen için bağcıklarını bağlıyorum."
"Sana kaçmıyordum, dedim."
"O halde, basketbol oynarken bana eşlik etmende bir sakınca olmaz." Ayağa kalkıp elini uzattığında birkaç saniye uzattığı eline bakıp gülümsedim ve elimi avucunun içine bıraktım. Elinden elime yayılan elektrikle bedenim titredi. Beni çekip oturduğum yerden kaldırdı ve boştaki eline de patenlerimi alıp elimi bırakmadan sahaya doğru ilerledi. Sahaya girince patenlerimi çantasının yanına koyup basket topunu eline aldı.
"Oynamayı biliyor musun?"
"Evet." Hayır. Tanrım! Ne yapıyorum, ben?
"O zaman, göster bakalım marifetlerini." Dediğinde ne yapacağımı bilmeden elinde topu sektiren Jonas'a doğru koştum.
Topu ondan almaya çalıştığımda sağ elinden sol eline geçirdi. Alamamıştım. Yeniden hamle yaptığımda bu kez topu, bacağının altından geçirip etrafımda sektirerek yer değişmemizi sağladı. Bir kez daha hamle yapacakken sağa gösterip soldan topu kaçırdı. Sinirle ayağımı yere vurdum. O ise, çoktan potaya basket atmıştı.
"1-0"
Boşta kalan topu kaptım ve birkaç kez sektirip üzerime doğru gelen Jonas'la telaşlanıp rastgele potaya attım. Ardından Jonas'a dönüp dil çıkarttığımda ne olduğunu anlamadan Jonas kollarını öne doğru uzatıp omuzlarımın üstünden geçirdi. Sersemce başımı yukarı kaldırdığımda kalp atışlarım hızlandı ve ayağımın arkasına düşen topun sesi kulaklarıma uğultu olarak ulaştı. Jonas'ın bir eli belime kayarak beni kendine çekti. Alnını alnıma yasladı. Nefesimi tuttum.
"Çok dikkatsizsin." Elini yanağıma koyup yanağımı okşadı. "Nefes al, Mahur." Komutunu bekliyormuşum gibi yeniden soluk alıp vermeye başladım. Soluklarımız birbirine karışırken yutkundum. Neredeyse heyecandan bayılmak üzereydim.
"Jonas, ne yapıyorsun?"
"Şş. Uzun zaman önce yapmam gereken şeyi."
Eğilip yanağını yanağıma sürttü. Sakalları yanağımı kaşındırsa da hoşuma gitmişti ve gülümsemiştim. Beliren gamzeme bir öpücük bıraktığında düşmemek için ona tutundum. Eğer, beni tutmasaydı ya da ben ona tutunmasaydım işlevini yitiren bacaklarımın üstünde duramayıp yere düşmem pek muhtemeldi.
"Jonas." Diye fısıldadım. Dudaklarının gerilmesinden gülümsediğini anladım. Dudaklarını yanağımdan kaydırıp çeneme getirdi. Çeneme bir öpücük bırakıp geri çekildi ve yüzüme baktı.
"Siktir! Çok güzelsin." Burnunu burnuma sürttü. Titredim. Derin bir nefes aldım ve burnuma dolan hoş kokusuna karşın mayıştım. "Mahur beste."
"Hmmm."
Bir an da ben ne olduğunu anlamadan dudaklarını dudaklarıma yasladı. Öyle yumuşak bir şekilde öpüyordu ki, incitmekten korkar gibiydi. Kalbim deli gibi çarparken ne yapacağımı şaşırmıştım. Her şey güzel bir şekilde giderken aniden zihnime dolan görüntülerle bedenim kaskatı kesildi. Tanrım! Dolan gözlerimden süzülen yaşlar eşliğinde güç almak istercesine ellerimi boynuna sardım. Karşılık vermeden öylece durdum. Geri çekilip endişeyle yüzüme baktı.
"Neden ağlıyorsun? Yanlış bir şey mi yaptım?"
Başımı olumsuzca iki yana salladım. Konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Elini yüzüme koyup gözlerimden düşen yaşları sildi. Gülümsedim ve ellerimi ensesine kaydırıp kendime çektim. Bu ani hareketim onu şaşırtsa da saniyesinde kendini toparladı ve benden önce davranıp yeniden dudaklarını dudaklarıma yasladı. Bu sefer öpücüğüne karşılık vermiştim.
Bu çok özel bir andı. Onu öpmek ve hissetmek ise, çok daha güzeldi.
Redrum: Bu saatten sonra, yapacaklarımdan ve olacaklardan ben sorumlu değilim!
Redrum: Her şeyin sorumlusu sensin! En başından beri de sendin, küçük sürtük!
Redrum: Bunu hiç bir zaman unutma!
Redrum: Çünkü bunu sen istedin, Mahur!
Redrum: Şunu da bil! Bir sapma olduğun için asla pişman değilim! Olmayacağım da!
Redrum: Çünkü bu oyundaki sapmalardan biri olmayı hak ediyorsun! Hatta, hak ediyorsunuz! Hak ediyoruz!
-venusdarca
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRSAM | YARI TEXTİNG
RandomHayatı oyun sanıp belli planlar ve kurallar dahilinde yönetmeye çalışırken farkında olmadan aslında, kendi içimizde kaybolup oradan oraya sürükleniyor, doğru ile yanlışı aynı mantık çerçevesi içinde arıyorduk ama unuttuğumuz bir şey vardı. Biz, birb...