(Bölüm Şarkısı/1: Thirty Second To Mars - R-Evolve)
O gecenin üstünden 1 hafta geçmişti. Keyser familyası her şeyin üstünü kapatmıştı. Olaylar basına bile yansımamıştı. Çünkü böyle bir olayla anılmak istememişlerdi. Bu yüzden bizlerle de gerekli konuşmaları yapmışlardı. Tüm bu yaşananların sebebiyse; Keyserlerin, yeni girdikleri ihalede rakip şirket tarafından, gözlerinin korkutulup ihaleden geri çekilmelerini sağlamak adına düzenlenen bir çeşit tehdit içerikli saldırı olmasından ibaretti.
Şahsen, ben yeterince korkmuştum. Ayrıca, hâlâ daha kafamda yatmayan şeyler vardı ama her şeyin de bir zamanı vardı. Öte yandan, o gece hepsinin silah konusunda deneyimli ve eğitimli olamaları aileleri sayesindeydi. Aile, insan hayatında en etkili etmenlerden biriydi. Çünkü kişinin kimliğinin oluşmasını sağlayan bütünde bir parçaydı. Ve tabi ki çevreyi de unutmamak lazımdı. Bu yüzden aile yapımız ve çevremiz gereği bazı şeyleri istesek de istemek de öğrenmek ve hayatımızda yer vermek zorundaydık. Silah kullanmak gibi...
Silahlara gelecek olursakta ben, fark etmesem de başından beri, her ihtimale karşı evin içindeki gizli bölmeler de saklılarmış. Sadece, ben fazla dikkatsizmişim. Aslında, dikkatliyimdir de sadece, bu aralar zihnim fazlasıyla bulanık, meşgul ve unutmaya meyilliydi. O yüzden yaşananları sorgulamadan hemen her şeyi kolayca kabul ediyor ve ot gibi yaşıyordum. Ya da birileri, bana sezdirmeden üzerimde bir şeyler yapıyordu. Belki, bazen diğerlerine de. Tabi bu tamamen benim paranoya içerikli zihnimin ürünü olan teziydi. Gerçekliği; tartışılır, sonucu; ispatlanabilir veya çürütülebilirdi...
Öte yandan, hepimiz sanki o gece hiç yaşanmamış gibi hayatımıza devam ediyorduk. Yani en azından onlar öyle yapıyordu. Ben hâlâ, yaşananları sindirmeye çalışma aşamasındaydım. Tabi, Martin Korludağ'ı da. Tanrım! Eğer o yaşıyorsa ölen kimdi? Gerçekten biri ölmüş müydü? Yoksa, kimse ölmemiş miydi? Gördüklerim neydi, o zaman? Birsamlardan mı ibaretti?
Kaykayımla okula giriş yaptığımda ilk defa kendimi bu kadar çekimser, yabancı ve ifade edemediğim duygular içinde hissediyordum. Birkaç kaçamak bakışı umursamadan kaykayımı bisikletlerin oraya bırakıp kilitledim. Ardından okulun girişine doğru ilerledim ve Hilde'den gelen mesajla adımlarımı kafeteryaya çevirdim.
Kafeteryadan içeri girdiğimde bir süre olduğum yerde durup sessizce onları izledim. Dersleri 8'de olduğundan erken gelmişlerdi, muhtemelen ve kahvaltı edemedikleri için her zaman ki gibi cam kenarındaki masada toplanmış bir şeyler atıştırıyorlardı.
Buradan bakınca güzel görünüyorlardı. Mutluydular. Ve aykırı. İyi anlaşıyorlardı. Arkadaştılar. Belki ötesinde, aile... Peki, ben... Ben, o gruba ne kadar dâhil ve aittim?
"Safir, buradayız!" Tutku'nun elini kaldırıp bana seslenmesiyle onlar dahil kafeteryadaki pek çok bakış beni buldu. Gergince gülümseyip ben de elimi kaldırdım. Çekingen adımlarla onlara doğru ilerlerken neden bu kadar huzursuz hissettiğimi bilmiyordum.
"Merhaba, çocuklar." Diyip boş sandalyelerden birine oturdum. Hepsi aynı şekilde selam verdiler.
"Kahvaltı yaptın mı?" Burnumu kaşıyıp Pamir'e baktım ve "hayır." Diyip, ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Mayıs ayına girmiştik. 1 ay sonra mezun olacaktık ama havalar ilginç bir şekilde hâlâ, soğuktu.
"O halde senin için kahvaltı sipariş edelim."
"Teşekkürler ama aç değilim."
"Dinleme, onu. Sipariş ver, sen. Belli etmemeye çalışsa da muhtemelen açlıktan ölüyor, şu an da." Hilde'ye dik dik baktığımda omuz silkti. O sırada Jonas, Pamir'den önce davranıp sipariş verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRSAM | YARI TEXTİNG
RandomHayatı oyun sanıp belli planlar ve kurallar dahilinde yönetmeye çalışırken farkında olmadan aslında, kendi içimizde kaybolup oradan oraya sürükleniyor, doğru ile yanlışı aynı mantık çerçevesi içinde arıyorduk ama unuttuğumuz bir şey vardı. Biz, birb...