"Kaldır bir taraflarını pasaklı." diye bağırdı annem içeriden. Derin bir nefes aldım ve son bir kez gücümü toplayıp yeniden denedim. Annem odaya girdiğinde bavulun üstünde oturuyordum, fermuarlar sanki Romeo ve Juliet gibi birleşmiyorlardı. Anneme bavulu gösterdim.
"Kalk şuradan, sen in kahvaltıya ben geliyorum." dedi. Büyükçe gülümsedim ve annemin yanından geçerken 'çak bi' beşlik' diye elimi havaya kaldırdım. Önce elime sonra bana baktı. Benimle dalga mı geçiyorsun? bakışıydı bu. Boğazımı temizledim ve elimi indirdim. Sonra bir şey demeden odadan çıktım. Vay canına, bu çok tuhaftı. Biraz geri kafalı bir annem vardı ancak bundan şikayetçi değildim.
Merdivenlerden inerken duvardaki fotoğraflar dikkatimi çekti. Ellerimi üzerlerinde gezdirdim. Birinde babam beni salıncakta sallıyordu ve benim ağzım sonuna kadar açıktı. Utanç verici mi yoksa komik mi olduğuna karar verememiştim.
İkincisinde ise köpeğimiz Toprak ile -bir Golden Retriver, çok yaratıcıyızdır- bir aile fotoğrafıydı. Ben çömelmiştim, annem ve babam ise ayakta dikilmişler ve el ele tutuşuyorlardı. Onları özleyecektim. Son basamağı gıcırdayan merdivenlerimizi bile özleyecektim sanırım. Merdivenlerden inince sola döndüm ve mutfağa girdim. Babam masada oturmuş gazete okuyordu ve gözlükleri her zamanki gibi burnunun ucundaydı. Beyaza dönmeye başlamış saçlarını yeni kurulamış olmalıydı, dağınıktılar.
"Günaydınlar Papatyam." dedi gözünü gazeteden ayırmadam. Babamı da çok severdim. Çocuk doktoruydu ve bugün cuma olmasına rağmen benim için izin almıştı ve sabahın erken saatlerinin tadını çıkarıyordu.
"Günaydın baba." dedim gülümseyerek ve masadaki yerimi aldım. Sofraya bir bakış attım. Patetes kızartması bir tarafta, tavada sucuk diğer taraftaydı. Önümüzdeki günlerde kahvaltı kültürüm tamamen değişeceği için masaya dalmak üzere kollarımı sıvadım ve annemin de masaya geçmesiyle kahvaltıya başladık.
Araba yolculuğu sırasında karnım heyecandan ağrıdı. Sınava falan da girmeyecektim halbuki, o kısmı atlatmıştım. Tek çocuk olduğumdan dolayı arka koltuğa yayıldım ve havaalanına varıncaya kadar gözlerimi biraz dinlendireyim dedim.
Bayağı bir dinlendirmiş olacağım ki rüya bile görmüştüm. Bagajdan bavulumu alan babam yanıma geldi ve birlikte yürümeye başladık. Uzun süre onları göremeyecektim. Ancak yanımıza en yakın arkadaşım ve ailesi gelince hüzünlü hallerinden çıktılar ve 'nasıl izin verdik biz bunlara' konuşmlarını yapmaya başladılar. Esra'ya şöyle kocaman sarıldım. Önümüzdeki yıllar aynı evde kalacaktık, öyle umuyordum. Kollarından ayrıldım ve Esra'nın vedasını izlemeden tera istikamete döndüm ve uçağımıza baktım. Bizi Seoul'a götürecek olan uçağa...
~~~
"Vay canına, bu koltuklar cidden rahat." dedi Esra. Aslında aramızda bir şey vardı, ona Essary derdim. Bu benim anne tarafımdan gelen yabancı genlerimden kaynaklanıyor olacak, ki adım da öyle zaten, ona bu ismi bulmuştuk.
"A sınıfında uçuyoruz, Essy. Tabii ki rahat olacak. Boyunluğu denesene." dedim yanını işaret ederek. Birazdan portakal suyu servisine başlarlardı umarım. Önümüzde uzun bir uçuş vardı. Koltuğa iyice yayıldım ve küçük yuvarlak pencereden dışarı baktım. Bulutlara bu kadar yakın olmak çok güzel bir histi. Teyzem'in böyle bir teklif yapması cidden beni çok mutlu etmişti, yani üniversitede tabii ki kendi evimde kalmayı yeğlerdim, ancak bu tamamen başka bir şeydi. Ki henüz üniversiteye bir yılım varken. Gerçekten eğlenceli olacaktı. Tüm o güzel şeyleri düşündüm, danslı konserler, gece başlayan hayat ve rahat bir yaşam.Mükemmel olacaktı. Bekle beni Kore.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
orada bir seoul var uzakta
FanfictionSevgi güçlü bir duygudur. Fazla olursa adına aşk derler, az olursa da nefret.. Bense, bu iki nokta arasında kalmış masum bir kurbandım. Katilim ise turuncu bir kabustu. Bu iki taraf arasında savrulan ben, acaba ne zaman dengemi kaybetip düşecektim...